19 Aralık 2008 Cuma

HACİZ FELAKETİ


Ekonomi uzmanlarının sıklıkla vurguladığı yerel kriz diye adlandırılan ekonomik kriz nedeniyle bankadan aldıkları borçları ödeyemeyenlere yönelik açılan haciz davaları gün geçtikçe artıyor



RAKAMLAR ÜRKÜTÜCÜ... Her geçen gün etkisini daha da hissettirmeye başlayan ve ekonomistlerin de sıklıkla belirttiği ekonomik sıkıntı nedeniyle, bankadan aldıkları borçları ödeyemeyenlere yönelik açılan haciz davaları gün geçtikçe artıyor. 2004 yılında haciz hükmü verilen dava 6 bin 667 iken, bunun 251'i icra edildi. 2008 yılının Eylül ayına kadar olan verilerine bakıldığı zaman ise daha ürkütücü bir tablo karşımıza çıkıyor. Buna göre, toplam 7 bin 507 haciz hükmü verilirken, bu rakamın 395'i tamamen icra edildi
Aral MORAL

Her geçen gün etkisini daha da hissettirmeye başlayan ve ekonomistlerin de sıklıkla belirttiği ekonomik sıkıntı nedeniyle, bankadan aldıkları borçları ödeyemeyenlere yönelik açılan haciz davaları gün geçtikçe artıyor.
Yaşanan yerel krizin yanında, Amerika Birleşik Devletleri'nde başlayarak kısa sürede etkisini tüm dünyada gösteren krizin, ülkemizi özellikle 2009 yılında etkileyeceği ekonomi uzmanları tarafından ifade edilirken, haciz hükmü verilen dava sayısındaki artış, ülkemizdeki sıkıntıyı gözler önüne seriyor.
2004 yılında haciz hükmü verilen dava sayısı 6 bin 667 iken, bunun 251'i icra edildi. 2008 yılının Eylül ayına kadar olan verilerine bakıldığı zaman ise daha ürkütücü bir tablo karşımıza çıkıyor.
Buna göre, toplam 7 bin 507 haciz hükmü verilirken, bu rakamın 395'i tamamen icra edildi.
Konuyla ilgili olarak açıklama yapan KIBRIS Gazetesi ekonomi yazarı ve ekonomi uzmanı Necdet Ergün, verilerin ekonomik açıdan yorumlandığı zaman muhtemelen önümüzdeki dönemde yerel ve global krizin çiftelenmesiyle, haciz hükmü sayısında ciddi bir artış olacağına vurgu yaptı.
Ergün, acilen kapsamlı bir ekonomik paketin hazırlanmasıyla, hacizlerin artmasının sınırlandırılabileceğini ifade ederek " Bunların başında birey ve şirket borçlarının yapılandırılması gelir" dedi.
Kıbrıs Türk Esnaf ve Zanaatkarlar Odası (KTEZO) Başkanı Hürrem Tulga da yaptığı açıklamada "Geçtiğimiz yıl sık sık yinelediğimiz bir söylemimiz vardı. O da; 2007'den itibaren yerel nedenlerden dolayı kendi krizimizi yaşıyor olmamızdı" diye konuşarak, dünyadaki krizin de yeni yeni hissedilmeye başlandığını ve etkisini giderek daha fazla hissettireceğini belirtti.

2004'te 6 bin 667 iken 2008'de 7 bin 507

2004 yılında haciz hükmü verilen dava 6 bin 667 iken, bunun 251'i icra edilirken, 2005 yılında haciz hükmü verilen dava sayısı 5 bin 590 olurken, 122 icra gerçekleşti.
2006'da ise haciz hükmünde, 2005 göre artış gözlemlendi. 6 bin 134 haciz hükmü verilmesine karşılık, icra rakamı 107'ye geriledi.

2007'de başladı, 2008'de doruğa ulaştı

2007 verilerinde ise haciz hükmü verilen dava sayısı 6 bin 903 iken bunun 172'si icra edildi.
Ancak, 2008'in ilk on ayına kadar olan hüküm ve icra rakamları ekonomik gidişatın kötüye gittiğini gösteriyor.
Buna göre, 7 bin 507 haciz hükmi kararının verildiği 2008'de 395 icra gerçekleşti.

Ergün: Verilere göreli bakmak lazım

Necdet Ergün, "Önce ekonomi bilimi açısından bir yorum getirmek istiyorum. Ekonomide mutlak değerler üzerinden yorum yapmak yanlıştır. Çünkü ekonominin kendisi göreli-görecelidir" diye konuşarak, haciz ve icra verilerine de, ekonomideki diğer verilerle ve büyüklüklerle birlikte göreli olarak bakmak ve kıyas yapmak gerektiğini ifade etti.
Ergün, zaman zaman aynı sorun ve yanlışlığın, çek yasağına giren kişi sayısındaki artışın yorumlanmasında da yapıldığını söyledi.
Hacizle ilgili verilerin farklı açılardan yorumlanabileceğine dikkat çeken ekonomi uzmanı, "Mesela bu veriler, aynı zamanda ülkede ne kadar basiretsiz tüketici ve girişimci olduğunu, hatta krediyi kullandıranın veya ticari iş yapanın seçim kriterlerinin de zayıf olduğunu gösteriyor. İşin bu tarafı da var" diye konuştu.

"Ekonomiye acil müdahaleler yapılmadığı
durumunda durum daha vahim olacak"

Verilerin ekonomik açıdan yorumlandığı zaman da, muhtemelen önümüzdeki dönemde yerel ve global krizin çiftelenmesiyle, haciz hükmü sayısında ciddi bir artış olacağına vurgu yapan Ergün, acilen kapsamlı bir ekonomik paketin hazırlanmasıyla, hacizlerin artmasının sınırlandırılabileceğini ifade ederek " Bunların başında birey ve şirket borçlarının yapılandırılması gelir" dedi.
Necdet Ergün sözlerini şöyle sürdürdü:
"Yani diyeceğim şu; eski veriler bana göre ekonomik krizle ilgili henüz çok kötü bir tabloyu yansıtmıyor. Esas, gelecek yıl durumun daha vahim olmasını bekliyorum. Bu mevcut veriler ekonomiye acil müdahaleler yapmadığımız takdirde gelecek yıl, haciz hüküm sayısının daha da artacağının habercisidir.

"Hukuk-yargı-icra süreçleri sağlıklı çalışmıyor"

Necdet Ergün, haciz hükmünün yüksek, icranın ise düşük olmasını ise şu sözlerle değerlendirdi:
"Konunun bir başka boyutu ise haciz hükmünün bu kadar yüksek, buna karşın icranın bu kadar düşük olmasıdır ki bence bu konunun en vahim tarafıdır. Bunun çok olumsuz dinamikleri var. Bu veriler, hukuk-yargı-icra süreçlerinin hem zaman, hem de sonuç bakımından sağlıklı çalışmadığını gösteriyor. Yani, konunun "ahlaki zafiyet ve yozlaşma " tarafı da var. Bilahare, hukuk-yargı-icra süreçlerindeki sıkıntılar, ekonomide ticaretin gelişmesini engeller ve bankaların kredi motivasyonunu da azaltır. Anlayacağınız, bu verilerde beni en çok endişelendiren haciz hüküm sayısının artması değil; bu davalardan sonuç alınamaması ve bunların sosyo-ekonomik açıdan yarattığı vahim-olumsuz dinamiklerdir. İnanın konunun bu tarafı daha önemlidir."

Tulga: Kriz giderek kendini daha da fazla hissettirecek

2007'de, geçen yıllara göre, haciz hükmü verilen davalarda artış olduğunu ifade eden Hürrem Tulga, bu durumun 2008'de de devam ettiğini söyledi.
"Geçtiğimiz yıl sık sık yinelediğimiz bir söylemimiz vardı. O da; 2007'den itibaren yerel nedenlerden dolayı kendi krizimizi yaşıyor olmamızdı" diye konuşan Tulga, dünyadaki krizin de yeni yeni hissedilmeye başlandığını ve etkisini giderek daha fazla hissettireceğini belirtti.
Yerel krizin nedenlerine değinen oda yetkilisi, toplumun üretime katılamadığını ve üretimin ucuz işçilik üzerinden yapıldığını kaydetti.
"Dolayısıyla ülkedeki kaynaklar yurt dışına kaçıyor" diye sözlerini sürdüren KTEZO Başkanı Tulga. 2003 yılında kapıların açılmasıyla, güney Kıbrıs'la rekabetin gündeme geldiğini ve bu doğrultuda fonların büyük ölçüde kaldırıldığını hatırlattı.
Rekabet için fonların kaldırıldığını ancak atölyelere teknolojik ve finans desteğinin sağlanamadığına dikkat çeken Hürrem Tulga, "İşte bu yüzden de işletmeler güneyle olan yarışı kaybetti" dedi.
Bu durumun, bir çok işsizin ortaya çıkmasına yol açtığını kaydeden oda başkanı Tulga, artan ithalatla da paranın yurt dışına kaçışının daha da hızlandığını ifade etti.

"Yaşanan sorunlar haciz hükümlerinin artmasına neden oldu"

KOBİ politikasının oluşturulmadığını söyleyen Hürrem Tulga, küçük işletmelere ve mesleki yaşama önem verilmediğini belirtti.
"Doğal olarak da bir takım büyük sermaye grupları bu küçük işletmelerin işine el attı ve onları iflasa sürükledi" diye konuşan KTEZO başkanı, vergi yükünün de işletmeleri zora soktuğunun altını çizdi.
Tulga yaşanan sıkıntıları şu sözlerle gözler önüne serdi:
"Vergi yükü, sosyal sigorta ve ihtiyat sandığı borçlarının faizleri gibi uygulamalardaki haksız rekabetle karşı karşıya kalan işletmeci zora girdi. Bu noktada yaşanan sorunlar 2007'de haciz hükümlerinin çoğalmasına yol açtı ve dünyadaki krizle birlikte bu artışın çok daha yüksek seviyelere çıkması kaçınılmazdır."

"Alınacak tedbirler belli"

Sıkıntıların giderilmesi için bir dizi önlem alınmasının kaçınılmaz olduğuna dikkat çeken Tulga, küçük işletmelere düşük faizli kredi olanağının sağlanması gerektiğini belirtti.
İhtiyat sandığı ve sosyal sigorta gibi vergilerin borç faizlerinin silinmesi ve faizsiz bir biçimde taksitlendirilmesi gerektiğini ifade etti.



2004
Bölgeler Isdar edilen icra edilen
Lefkoşa: 2840 100
Mağusa: 2382 85
Girne: 577 59
Güzelyurt: 666 6
Lefke: 222 1
Toplam: 6667 251

2005
Bölgeler Isdar edilen icra edilen
Lefkoşa: 2558 46
Mağusa: 1835 53
Girne: 539 9
Güzelyurt: 525 9
Lefke: 133 5
Toplam: 5590 122

2006
Bölgeler Isdar edilen icra edilen
Lefkoşa: 2971 53
Mağusa: 2027 29
Girne: 522 18
Güzelyurt: 483 7
Lefke: 131 0
Toplam: 6134 107

2007
Bölgeler Isdar edilen icra edilen
Lefkoşa: 3174 104
Mağusa: 2178 55
Girne: 689 11
Güzelyurt: 680 1
Lefke: 182 1
Toplam: 6903 172

2008
Bölgeler Isdar edilen icra edilen
Lefkoşa: 3308 301
Mağusa: 2428 74
Girne: 934 15
Güzelyurt: 657 3
Lefke: 180 2
Toplam: 7507 567

1 Aralık 2008 Pazartesi

UBP'nin 17.Olağan Kurultayı Yapıldı

UBP′nin 17′inci olağan kurultayı muazzam bir katılımla gerçekleşti.
Kurultaydaki coşku ve yoğun katılım UBP′nin tek başına iktidara geleceği yönündeki değerlendirmeleri doğruladı.Eroğlu yeniden baskanDerviş Eroğlu, Tahsin Ertuğruloğlu′nun 448 oyuna karşılık 740 oyla yeniden başkan seçildi.
Daha önceki Kurultay Kararlarımız ışığında vurgularız ki;Kıbrıs konusundaki gelişmeler halkımızın endişelerini giderecek doğrultuda olmayıp, aksine kaygılarımızı artırmaktadır.Rum tarafının iktidarı ve muhalefetiyle bir ağızdan ortaya koyduğu talepler, halkımızın uzun yılların deneyimi ve olayların gelişimiyle benimsediği gerçekçi, adil ve yaşayabilir bir uzlaşıya götürecek nitelikte değildir. Bu taleplerin bizi sözde "Kıbrıslılık" adı altında Rum halkı içinde bir azınlık durumuna indirgemeyi ve sonuçta "osmosis" yoluyla eritmeyi amaçladığı açıktır.Rum tarafı, AB ile aralarında tek yanlı olarak imzalanan 10′ncu protokolde de öngörüldüğü üzere, sözde "Kıbrıs Cumhuriyeti"nin egemenliğinin Kuzey′e, yani Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti halkı üzerine de yayılması peşindedir.KKTC′de şu anda yönetimde bulunanların "Dünya bizi anlamaya başladı. Biz ödüllendirileceğiz, Rumlarsa cezalandırılacak" iddiaları tamamen boş çıkmıştır.Tam aksine, gerek Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, gerekse bazı ülkelerin tutumları Rum tarafını ödüllendirmekte, cesaretlendirmekte ve uzlaşmazlığını körüklemektedir. Bunun en son örneği, Rusya Federasyonu ile Kıbrıs Rum Yönetimi arasında 19 Kasım 2008 tarihinde imzalanan Siyasi Manifesto′dur.Bu karar ve/veya anlaşmalarda sözde "Kıbrıs Cumhuriyeti"nin "tek egemenliğinden, tek uluslararası kimliğinden ve tek vatandaşlığından" bahsedilmesi, Anavatan Türkiye′ye Kıbrıs′tan asker çekme çağrısı ve/veya sözde "Kıbrıs Cumhuriyeti"ni tanıma anlamına gelecek adımlar atması çağrısında bulunulması mevcut durum ve yaşanan gerçeklere aykırı olup tarafımızdan kabul edilmeleri asla mümkün değildir.Tüm bu gelişmeler karşısında Devlet ve Hükümet yetkililerinin izlediği tutum bize güven vermemektedir.Sayın Cumhurbaşkanı′nın kimi açıklamalarında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti′nin varlığını ve egemenliğini tartışma konusu bile yapmayacağını vurgulamasına karşın, özellikle 1 Temmuz 2008 tarihinde Rum Yönetimi Başkanı Dimitris Hristofyas′la yaptığı görüşmede "tek egemenlik" üzerinde prensipte anlaşması tarihi bir yanılgı olup, Rum tarafınca alabildiğine aleyhimize istismar edilmektedir. Bu hatadan bir an evvel dönülmesi gerekmektedir.BM Genel Sekreteri′nin iyi niyet misyonu çerçevesinde yapılan görüşmelere karşı değiliz. Ancak, "iki toplum lideri" arasında yapılan görüşmelerin 40 yıldır bir netice vermediği ve vermesine de olanak bulunmadığı ortadadır. Gerçek eşitlik zemini oluşmadıkça bu görüşmelerin başarısızlığa mahkum olduğunu geçmişin deneyimleri göstermiştir. Ulusal Birlik Partisi Kurultayı olarak, Kıbrıs′ta gerçekçi, adil ve yaşayabilir bir anlaşma için görüşmelerin adadaki iki bağımsız ve egemen Devlet arasında Birleşmiş Milletler gözetiminde yapılmasını gündeme getirmenin zamanı gelmiştir. Böyle bir görüşme süreci yoluyla ortaya çıkabilecek yeni bir ortaklıkla ilgili "kırmızı çizgilerimizi" bir kez daha dünyaya duyurmakta yarar görüyoruz:A. Herhangi bir anlaşma, iki halk ve iki Devlet′in egemen eşitliği temelinde yapılmalıdır.B. "Oluşturucu Eyalet/Devlet- Constituent State" kavramı haklarımızın korunması açısından tatmin edici değildir, Rum tarafının açıklamaları bunun kanıtıdır."Founding States- Kurucu Devlet" kavramı üzerinde ısrar edilmelidir. Egemenliğin kaynağının Kurucu Devletler olduğu açıkça belirtilmelidir.C. Öngörülen federasyona, ancak adadaki iki bağımsız ve egemen Devlet′in oluşturacağı konfederal bir yapı noktasından başlanıp evrim yoluyla ulaşılabilir. Yeni ortaklığı oluşturacak Devletlerde kalacak yetkiler egemen yetkiler olmalıdır ki, bu ortaklık yeniden yıkılacak olursa, kendimizi uluslararası alanda Rum tarafıyla eşit statüde bulalım.D.Olası bir Anlaşmada Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, isim, sıfat ve tüm sembolleri ile öngörülen yapının Kıbrıs Türk kanadını oluşturmalıdır.E. İki kesimlilik kesinlikle sulandırılmamalıdırF. Türkiye′nin etkin ve fiili garantisinin devamı tartışılmazdır. G. Olası bir anlaşmanın AB mahkemelerinde veya uluslararası hukuk kuruluşlarında dava konusu yapılmaması için, anlaşma AB′nin birincil hukuku olmalıdır.Kıbrıs Türk halkının sonu gelmez görüşmelerde kaybedecek zamanı yoktur. Mevcut sürecin gerçekten bir "son şans" olması için gerekli takvimleme yapılmalı ve başka seçenekler gündeme getirilmelidir. Halkımız Rum′la birleşmeye mahkum değildir. Ayrılma hakkı da birleşme hakkı kadar geçerlidir. Rum tarafı bizi tahakkümü altına almayacak bir uzlaşıya razı olmayacağını her tutum ve hareketiyle göstermiştir. Kamuoyu yoklamaları da bunu göstermektedir. Anavatan Türkiye ile işbirliği içerisinde, bizim de buna karşı alternatif formüller ortaya koymamız gerekmektedir.Uzlaşı arayışlarında uluslararası konjonktürden yararlanmalıyız. Gelişmeler, bağımsızlıktan, özgürlükten yanadır. Şu anda iktidarda olan yöneticilerin buna gözlerini kapatırcasına "tanınma istemiyoruz", "bağımsız Devlet istemiyoruz" şeklindeki sözleri ve egemenlik kavramını ağızlarına dahi almaktan kaçınmaları kabul edilemez, Ulusal Birlik Partisi iktidarın bu tutumunu şiddetle kınıyor. Yapılan anketler halkımızın büyük çoğunluğunun Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti′nin tanınmasını istediğini göstermektedir.Halkın bu iradesine hiç kimse karşı koyamaz.Ulusal Birlik Partisi olarak halkımızın geleceğini düşünüyor ve bu ilkeleri gözetiyoruz. Varoluş ve özgürlük mücadelemizde en büyük desteğimiz, her zaman olduğu gibi, Anavatan Türkiye′dir. Yukarıdaki ilkeler çerçevesinde yapılacak bir anlaşma için üzerimize düşen ne varsa yapmaya kararlıyız, ancak bunların dışına çıkılmak istenmesi halinde halkımızla birlikte mücadalemizi sürdürmeye devam edeceğiz.Kurultayımızın, halkımızın dikkatine önemle getirmek istediği diğer bir husus da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi′nin bir yandan müzakere süreci devam ettirilirken diğer yandan uluslararası hukuk mercileri önünde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti aleyhine çeşitli davalar açmak suretiyle, KKTC, Kıbrıs Türk Halkı ve Anavatan Türkiye aleyhine kararlar elde etme çabalarını sürdürmesidir.Bu bağlamda Lapta′da bir ev sahibi olan İngiliz Orams çifti aleyhine İngiliz mahkemelerinde açılmış olan davanın Avrupa Toplumları Mahkemesi′ne taşınmış olması Rum-Yunan atarfının iki yüzlülüğünün en belirgin örneğidir.Tarafsızlığı tartışmalı bir mahkeme durmununda olan Avrupa Toplulukları Mahkemesi′ndeki dava sürecinde, AB Komisyonu tarafından verilmiş hukuki görüşler büyük bir olasılıkla mahkemenin kararını oluşturacaktır.AB Komisyonu raportörünün mahkemeye sunduğu görüşe göre Rum mahkemelerinin yargı yetkisi Kuzey′deki tüm sivil ve ticari konuları kapsamalıdır ve üye ülke makamları bu kararları uygulamakla yükümlüdür.Böylesi bir görüşün karar olarak çıkması KKTC′nin hukuki ve fiili varlığına karşı son derece güçlü bir darbe yaratacaktır.Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve hükümeti Güney Kıbrıs Rum Yönetimi′ne bu ve bu tür davaları geri çekme çağrısı yapmalıdır.Rumların, bu çağrıya uymamaları durumunda görüşme sürecinin büyük zarar göreceği açıkça deklare edilmelidir.Rumların lehine çıkması büyük bir olasılık olarak görülen bu haksız karar ancak bu şekilde önlenebilir.Ulusal Birlik Partisi Kurultayı olarak, bütün bu gelişmeler karşısında halkımızın geleceğinden endişe duymadığımızı, Devletimizin egemen varlığını, halkımızın anketlere de yansıyan tutumunu, Anavatan Türkiye ile ilişkilerimizi yaşamsal bir güvence olarak gördüğümüzü, Rumların halkımız tarafından da giderek daha iyi anlaşılan uzlaşmaz tutumu karşısında Devletimizin tanınmasının somut bir şekilde gündeme geleceğinden emin olduğumuzu, Devletimizin tanınması için mücadelemizi sürdüreceğimizi, yaptığımız bu tarihi toplantıda bir kez daha vurgularız.