19 Aralık 2008 Cuma

HACİZ FELAKETİ


Ekonomi uzmanlarının sıklıkla vurguladığı yerel kriz diye adlandırılan ekonomik kriz nedeniyle bankadan aldıkları borçları ödeyemeyenlere yönelik açılan haciz davaları gün geçtikçe artıyor



RAKAMLAR ÜRKÜTÜCÜ... Her geçen gün etkisini daha da hissettirmeye başlayan ve ekonomistlerin de sıklıkla belirttiği ekonomik sıkıntı nedeniyle, bankadan aldıkları borçları ödeyemeyenlere yönelik açılan haciz davaları gün geçtikçe artıyor. 2004 yılında haciz hükmü verilen dava 6 bin 667 iken, bunun 251'i icra edildi. 2008 yılının Eylül ayına kadar olan verilerine bakıldığı zaman ise daha ürkütücü bir tablo karşımıza çıkıyor. Buna göre, toplam 7 bin 507 haciz hükmü verilirken, bu rakamın 395'i tamamen icra edildi
Aral MORAL

Her geçen gün etkisini daha da hissettirmeye başlayan ve ekonomistlerin de sıklıkla belirttiği ekonomik sıkıntı nedeniyle, bankadan aldıkları borçları ödeyemeyenlere yönelik açılan haciz davaları gün geçtikçe artıyor.
Yaşanan yerel krizin yanında, Amerika Birleşik Devletleri'nde başlayarak kısa sürede etkisini tüm dünyada gösteren krizin, ülkemizi özellikle 2009 yılında etkileyeceği ekonomi uzmanları tarafından ifade edilirken, haciz hükmü verilen dava sayısındaki artış, ülkemizdeki sıkıntıyı gözler önüne seriyor.
2004 yılında haciz hükmü verilen dava sayısı 6 bin 667 iken, bunun 251'i icra edildi. 2008 yılının Eylül ayına kadar olan verilerine bakıldığı zaman ise daha ürkütücü bir tablo karşımıza çıkıyor.
Buna göre, toplam 7 bin 507 haciz hükmü verilirken, bu rakamın 395'i tamamen icra edildi.
Konuyla ilgili olarak açıklama yapan KIBRIS Gazetesi ekonomi yazarı ve ekonomi uzmanı Necdet Ergün, verilerin ekonomik açıdan yorumlandığı zaman muhtemelen önümüzdeki dönemde yerel ve global krizin çiftelenmesiyle, haciz hükmü sayısında ciddi bir artış olacağına vurgu yaptı.
Ergün, acilen kapsamlı bir ekonomik paketin hazırlanmasıyla, hacizlerin artmasının sınırlandırılabileceğini ifade ederek " Bunların başında birey ve şirket borçlarının yapılandırılması gelir" dedi.
Kıbrıs Türk Esnaf ve Zanaatkarlar Odası (KTEZO) Başkanı Hürrem Tulga da yaptığı açıklamada "Geçtiğimiz yıl sık sık yinelediğimiz bir söylemimiz vardı. O da; 2007'den itibaren yerel nedenlerden dolayı kendi krizimizi yaşıyor olmamızdı" diye konuşarak, dünyadaki krizin de yeni yeni hissedilmeye başlandığını ve etkisini giderek daha fazla hissettireceğini belirtti.

2004'te 6 bin 667 iken 2008'de 7 bin 507

2004 yılında haciz hükmü verilen dava 6 bin 667 iken, bunun 251'i icra edilirken, 2005 yılında haciz hükmü verilen dava sayısı 5 bin 590 olurken, 122 icra gerçekleşti.
2006'da ise haciz hükmünde, 2005 göre artış gözlemlendi. 6 bin 134 haciz hükmü verilmesine karşılık, icra rakamı 107'ye geriledi.

2007'de başladı, 2008'de doruğa ulaştı

2007 verilerinde ise haciz hükmü verilen dava sayısı 6 bin 903 iken bunun 172'si icra edildi.
Ancak, 2008'in ilk on ayına kadar olan hüküm ve icra rakamları ekonomik gidişatın kötüye gittiğini gösteriyor.
Buna göre, 7 bin 507 haciz hükmi kararının verildiği 2008'de 395 icra gerçekleşti.

Ergün: Verilere göreli bakmak lazım

Necdet Ergün, "Önce ekonomi bilimi açısından bir yorum getirmek istiyorum. Ekonomide mutlak değerler üzerinden yorum yapmak yanlıştır. Çünkü ekonominin kendisi göreli-görecelidir" diye konuşarak, haciz ve icra verilerine de, ekonomideki diğer verilerle ve büyüklüklerle birlikte göreli olarak bakmak ve kıyas yapmak gerektiğini ifade etti.
Ergün, zaman zaman aynı sorun ve yanlışlığın, çek yasağına giren kişi sayısındaki artışın yorumlanmasında da yapıldığını söyledi.
Hacizle ilgili verilerin farklı açılardan yorumlanabileceğine dikkat çeken ekonomi uzmanı, "Mesela bu veriler, aynı zamanda ülkede ne kadar basiretsiz tüketici ve girişimci olduğunu, hatta krediyi kullandıranın veya ticari iş yapanın seçim kriterlerinin de zayıf olduğunu gösteriyor. İşin bu tarafı da var" diye konuştu.

"Ekonomiye acil müdahaleler yapılmadığı
durumunda durum daha vahim olacak"

Verilerin ekonomik açıdan yorumlandığı zaman da, muhtemelen önümüzdeki dönemde yerel ve global krizin çiftelenmesiyle, haciz hükmü sayısında ciddi bir artış olacağına vurgu yapan Ergün, acilen kapsamlı bir ekonomik paketin hazırlanmasıyla, hacizlerin artmasının sınırlandırılabileceğini ifade ederek " Bunların başında birey ve şirket borçlarının yapılandırılması gelir" dedi.
Necdet Ergün sözlerini şöyle sürdürdü:
"Yani diyeceğim şu; eski veriler bana göre ekonomik krizle ilgili henüz çok kötü bir tabloyu yansıtmıyor. Esas, gelecek yıl durumun daha vahim olmasını bekliyorum. Bu mevcut veriler ekonomiye acil müdahaleler yapmadığımız takdirde gelecek yıl, haciz hüküm sayısının daha da artacağının habercisidir.

"Hukuk-yargı-icra süreçleri sağlıklı çalışmıyor"

Necdet Ergün, haciz hükmünün yüksek, icranın ise düşük olmasını ise şu sözlerle değerlendirdi:
"Konunun bir başka boyutu ise haciz hükmünün bu kadar yüksek, buna karşın icranın bu kadar düşük olmasıdır ki bence bu konunun en vahim tarafıdır. Bunun çok olumsuz dinamikleri var. Bu veriler, hukuk-yargı-icra süreçlerinin hem zaman, hem de sonuç bakımından sağlıklı çalışmadığını gösteriyor. Yani, konunun "ahlaki zafiyet ve yozlaşma " tarafı da var. Bilahare, hukuk-yargı-icra süreçlerindeki sıkıntılar, ekonomide ticaretin gelişmesini engeller ve bankaların kredi motivasyonunu da azaltır. Anlayacağınız, bu verilerde beni en çok endişelendiren haciz hüküm sayısının artması değil; bu davalardan sonuç alınamaması ve bunların sosyo-ekonomik açıdan yarattığı vahim-olumsuz dinamiklerdir. İnanın konunun bu tarafı daha önemlidir."

Tulga: Kriz giderek kendini daha da fazla hissettirecek

2007'de, geçen yıllara göre, haciz hükmü verilen davalarda artış olduğunu ifade eden Hürrem Tulga, bu durumun 2008'de de devam ettiğini söyledi.
"Geçtiğimiz yıl sık sık yinelediğimiz bir söylemimiz vardı. O da; 2007'den itibaren yerel nedenlerden dolayı kendi krizimizi yaşıyor olmamızdı" diye konuşan Tulga, dünyadaki krizin de yeni yeni hissedilmeye başlandığını ve etkisini giderek daha fazla hissettireceğini belirtti.
Yerel krizin nedenlerine değinen oda yetkilisi, toplumun üretime katılamadığını ve üretimin ucuz işçilik üzerinden yapıldığını kaydetti.
"Dolayısıyla ülkedeki kaynaklar yurt dışına kaçıyor" diye sözlerini sürdüren KTEZO Başkanı Tulga. 2003 yılında kapıların açılmasıyla, güney Kıbrıs'la rekabetin gündeme geldiğini ve bu doğrultuda fonların büyük ölçüde kaldırıldığını hatırlattı.
Rekabet için fonların kaldırıldığını ancak atölyelere teknolojik ve finans desteğinin sağlanamadığına dikkat çeken Hürrem Tulga, "İşte bu yüzden de işletmeler güneyle olan yarışı kaybetti" dedi.
Bu durumun, bir çok işsizin ortaya çıkmasına yol açtığını kaydeden oda başkanı Tulga, artan ithalatla da paranın yurt dışına kaçışının daha da hızlandığını ifade etti.

"Yaşanan sorunlar haciz hükümlerinin artmasına neden oldu"

KOBİ politikasının oluşturulmadığını söyleyen Hürrem Tulga, küçük işletmelere ve mesleki yaşama önem verilmediğini belirtti.
"Doğal olarak da bir takım büyük sermaye grupları bu küçük işletmelerin işine el attı ve onları iflasa sürükledi" diye konuşan KTEZO başkanı, vergi yükünün de işletmeleri zora soktuğunun altını çizdi.
Tulga yaşanan sıkıntıları şu sözlerle gözler önüne serdi:
"Vergi yükü, sosyal sigorta ve ihtiyat sandığı borçlarının faizleri gibi uygulamalardaki haksız rekabetle karşı karşıya kalan işletmeci zora girdi. Bu noktada yaşanan sorunlar 2007'de haciz hükümlerinin çoğalmasına yol açtı ve dünyadaki krizle birlikte bu artışın çok daha yüksek seviyelere çıkması kaçınılmazdır."

"Alınacak tedbirler belli"

Sıkıntıların giderilmesi için bir dizi önlem alınmasının kaçınılmaz olduğuna dikkat çeken Tulga, küçük işletmelere düşük faizli kredi olanağının sağlanması gerektiğini belirtti.
İhtiyat sandığı ve sosyal sigorta gibi vergilerin borç faizlerinin silinmesi ve faizsiz bir biçimde taksitlendirilmesi gerektiğini ifade etti.



2004
Bölgeler Isdar edilen icra edilen
Lefkoşa: 2840 100
Mağusa: 2382 85
Girne: 577 59
Güzelyurt: 666 6
Lefke: 222 1
Toplam: 6667 251

2005
Bölgeler Isdar edilen icra edilen
Lefkoşa: 2558 46
Mağusa: 1835 53
Girne: 539 9
Güzelyurt: 525 9
Lefke: 133 5
Toplam: 5590 122

2006
Bölgeler Isdar edilen icra edilen
Lefkoşa: 2971 53
Mağusa: 2027 29
Girne: 522 18
Güzelyurt: 483 7
Lefke: 131 0
Toplam: 6134 107

2007
Bölgeler Isdar edilen icra edilen
Lefkoşa: 3174 104
Mağusa: 2178 55
Girne: 689 11
Güzelyurt: 680 1
Lefke: 182 1
Toplam: 6903 172

2008
Bölgeler Isdar edilen icra edilen
Lefkoşa: 3308 301
Mağusa: 2428 74
Girne: 934 15
Güzelyurt: 657 3
Lefke: 180 2
Toplam: 7507 567

1 Aralık 2008 Pazartesi

UBP'nin 17.Olağan Kurultayı Yapıldı

UBP′nin 17′inci olağan kurultayı muazzam bir katılımla gerçekleşti.
Kurultaydaki coşku ve yoğun katılım UBP′nin tek başına iktidara geleceği yönündeki değerlendirmeleri doğruladı.Eroğlu yeniden baskanDerviş Eroğlu, Tahsin Ertuğruloğlu′nun 448 oyuna karşılık 740 oyla yeniden başkan seçildi.
Daha önceki Kurultay Kararlarımız ışığında vurgularız ki;Kıbrıs konusundaki gelişmeler halkımızın endişelerini giderecek doğrultuda olmayıp, aksine kaygılarımızı artırmaktadır.Rum tarafının iktidarı ve muhalefetiyle bir ağızdan ortaya koyduğu talepler, halkımızın uzun yılların deneyimi ve olayların gelişimiyle benimsediği gerçekçi, adil ve yaşayabilir bir uzlaşıya götürecek nitelikte değildir. Bu taleplerin bizi sözde "Kıbrıslılık" adı altında Rum halkı içinde bir azınlık durumuna indirgemeyi ve sonuçta "osmosis" yoluyla eritmeyi amaçladığı açıktır.Rum tarafı, AB ile aralarında tek yanlı olarak imzalanan 10′ncu protokolde de öngörüldüğü üzere, sözde "Kıbrıs Cumhuriyeti"nin egemenliğinin Kuzey′e, yani Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti halkı üzerine de yayılması peşindedir.KKTC′de şu anda yönetimde bulunanların "Dünya bizi anlamaya başladı. Biz ödüllendirileceğiz, Rumlarsa cezalandırılacak" iddiaları tamamen boş çıkmıştır.Tam aksine, gerek Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, gerekse bazı ülkelerin tutumları Rum tarafını ödüllendirmekte, cesaretlendirmekte ve uzlaşmazlığını körüklemektedir. Bunun en son örneği, Rusya Federasyonu ile Kıbrıs Rum Yönetimi arasında 19 Kasım 2008 tarihinde imzalanan Siyasi Manifesto′dur.Bu karar ve/veya anlaşmalarda sözde "Kıbrıs Cumhuriyeti"nin "tek egemenliğinden, tek uluslararası kimliğinden ve tek vatandaşlığından" bahsedilmesi, Anavatan Türkiye′ye Kıbrıs′tan asker çekme çağrısı ve/veya sözde "Kıbrıs Cumhuriyeti"ni tanıma anlamına gelecek adımlar atması çağrısında bulunulması mevcut durum ve yaşanan gerçeklere aykırı olup tarafımızdan kabul edilmeleri asla mümkün değildir.Tüm bu gelişmeler karşısında Devlet ve Hükümet yetkililerinin izlediği tutum bize güven vermemektedir.Sayın Cumhurbaşkanı′nın kimi açıklamalarında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti′nin varlığını ve egemenliğini tartışma konusu bile yapmayacağını vurgulamasına karşın, özellikle 1 Temmuz 2008 tarihinde Rum Yönetimi Başkanı Dimitris Hristofyas′la yaptığı görüşmede "tek egemenlik" üzerinde prensipte anlaşması tarihi bir yanılgı olup, Rum tarafınca alabildiğine aleyhimize istismar edilmektedir. Bu hatadan bir an evvel dönülmesi gerekmektedir.BM Genel Sekreteri′nin iyi niyet misyonu çerçevesinde yapılan görüşmelere karşı değiliz. Ancak, "iki toplum lideri" arasında yapılan görüşmelerin 40 yıldır bir netice vermediği ve vermesine de olanak bulunmadığı ortadadır. Gerçek eşitlik zemini oluşmadıkça bu görüşmelerin başarısızlığa mahkum olduğunu geçmişin deneyimleri göstermiştir. Ulusal Birlik Partisi Kurultayı olarak, Kıbrıs′ta gerçekçi, adil ve yaşayabilir bir anlaşma için görüşmelerin adadaki iki bağımsız ve egemen Devlet arasında Birleşmiş Milletler gözetiminde yapılmasını gündeme getirmenin zamanı gelmiştir. Böyle bir görüşme süreci yoluyla ortaya çıkabilecek yeni bir ortaklıkla ilgili "kırmızı çizgilerimizi" bir kez daha dünyaya duyurmakta yarar görüyoruz:A. Herhangi bir anlaşma, iki halk ve iki Devlet′in egemen eşitliği temelinde yapılmalıdır.B. "Oluşturucu Eyalet/Devlet- Constituent State" kavramı haklarımızın korunması açısından tatmin edici değildir, Rum tarafının açıklamaları bunun kanıtıdır."Founding States- Kurucu Devlet" kavramı üzerinde ısrar edilmelidir. Egemenliğin kaynağının Kurucu Devletler olduğu açıkça belirtilmelidir.C. Öngörülen federasyona, ancak adadaki iki bağımsız ve egemen Devlet′in oluşturacağı konfederal bir yapı noktasından başlanıp evrim yoluyla ulaşılabilir. Yeni ortaklığı oluşturacak Devletlerde kalacak yetkiler egemen yetkiler olmalıdır ki, bu ortaklık yeniden yıkılacak olursa, kendimizi uluslararası alanda Rum tarafıyla eşit statüde bulalım.D.Olası bir Anlaşmada Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, isim, sıfat ve tüm sembolleri ile öngörülen yapının Kıbrıs Türk kanadını oluşturmalıdır.E. İki kesimlilik kesinlikle sulandırılmamalıdırF. Türkiye′nin etkin ve fiili garantisinin devamı tartışılmazdır. G. Olası bir anlaşmanın AB mahkemelerinde veya uluslararası hukuk kuruluşlarında dava konusu yapılmaması için, anlaşma AB′nin birincil hukuku olmalıdır.Kıbrıs Türk halkının sonu gelmez görüşmelerde kaybedecek zamanı yoktur. Mevcut sürecin gerçekten bir "son şans" olması için gerekli takvimleme yapılmalı ve başka seçenekler gündeme getirilmelidir. Halkımız Rum′la birleşmeye mahkum değildir. Ayrılma hakkı da birleşme hakkı kadar geçerlidir. Rum tarafı bizi tahakkümü altına almayacak bir uzlaşıya razı olmayacağını her tutum ve hareketiyle göstermiştir. Kamuoyu yoklamaları da bunu göstermektedir. Anavatan Türkiye ile işbirliği içerisinde, bizim de buna karşı alternatif formüller ortaya koymamız gerekmektedir.Uzlaşı arayışlarında uluslararası konjonktürden yararlanmalıyız. Gelişmeler, bağımsızlıktan, özgürlükten yanadır. Şu anda iktidarda olan yöneticilerin buna gözlerini kapatırcasına "tanınma istemiyoruz", "bağımsız Devlet istemiyoruz" şeklindeki sözleri ve egemenlik kavramını ağızlarına dahi almaktan kaçınmaları kabul edilemez, Ulusal Birlik Partisi iktidarın bu tutumunu şiddetle kınıyor. Yapılan anketler halkımızın büyük çoğunluğunun Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti′nin tanınmasını istediğini göstermektedir.Halkın bu iradesine hiç kimse karşı koyamaz.Ulusal Birlik Partisi olarak halkımızın geleceğini düşünüyor ve bu ilkeleri gözetiyoruz. Varoluş ve özgürlük mücadelemizde en büyük desteğimiz, her zaman olduğu gibi, Anavatan Türkiye′dir. Yukarıdaki ilkeler çerçevesinde yapılacak bir anlaşma için üzerimize düşen ne varsa yapmaya kararlıyız, ancak bunların dışına çıkılmak istenmesi halinde halkımızla birlikte mücadalemizi sürdürmeye devam edeceğiz.Kurultayımızın, halkımızın dikkatine önemle getirmek istediği diğer bir husus da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi′nin bir yandan müzakere süreci devam ettirilirken diğer yandan uluslararası hukuk mercileri önünde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti aleyhine çeşitli davalar açmak suretiyle, KKTC, Kıbrıs Türk Halkı ve Anavatan Türkiye aleyhine kararlar elde etme çabalarını sürdürmesidir.Bu bağlamda Lapta′da bir ev sahibi olan İngiliz Orams çifti aleyhine İngiliz mahkemelerinde açılmış olan davanın Avrupa Toplumları Mahkemesi′ne taşınmış olması Rum-Yunan atarfının iki yüzlülüğünün en belirgin örneğidir.Tarafsızlığı tartışmalı bir mahkeme durmununda olan Avrupa Toplulukları Mahkemesi′ndeki dava sürecinde, AB Komisyonu tarafından verilmiş hukuki görüşler büyük bir olasılıkla mahkemenin kararını oluşturacaktır.AB Komisyonu raportörünün mahkemeye sunduğu görüşe göre Rum mahkemelerinin yargı yetkisi Kuzey′deki tüm sivil ve ticari konuları kapsamalıdır ve üye ülke makamları bu kararları uygulamakla yükümlüdür.Böylesi bir görüşün karar olarak çıkması KKTC′nin hukuki ve fiili varlığına karşı son derece güçlü bir darbe yaratacaktır.Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve hükümeti Güney Kıbrıs Rum Yönetimi′ne bu ve bu tür davaları geri çekme çağrısı yapmalıdır.Rumların, bu çağrıya uymamaları durumunda görüşme sürecinin büyük zarar göreceği açıkça deklare edilmelidir.Rumların lehine çıkması büyük bir olasılık olarak görülen bu haksız karar ancak bu şekilde önlenebilir.Ulusal Birlik Partisi Kurultayı olarak, bütün bu gelişmeler karşısında halkımızın geleceğinden endişe duymadığımızı, Devletimizin egemen varlığını, halkımızın anketlere de yansıyan tutumunu, Anavatan Türkiye ile ilişkilerimizi yaşamsal bir güvence olarak gördüğümüzü, Rumların halkımız tarafından da giderek daha iyi anlaşılan uzlaşmaz tutumu karşısında Devletimizin tanınmasının somut bir şekilde gündeme geleceğinden emin olduğumuzu, Devletimizin tanınması için mücadelemizi sürdüreceğimizi, yaptığımız bu tarihi toplantıda bir kez daha vurgularız.

22 Kasım 2008 Cumartesi

KIBRIS 1974 YÖNETİMİ


Selam SABİH SAMUR,

Kibris 1974 ´una Üye oldugunuz icin Tesekkür ederiz.

Umarizki bizimle beraber Kaliteli ve Seviyeli bir cok Konuya imza atarsiniz ve bizimle gecirdiginiz zamandan pismanlik duymazsiniz. Kıbrıs 1974 yönetimi olarak Sizi Saygiyla Selamliyoruz.

Tesekkür ederiz

Kibris 1974 Yönetimi

17 Kasım 2008 Pazartesi

EGEMENLİK ŞARTTIR !


Egemenlik şarttır
Kıbrıs Türkleri 1960 Antlaşmalarında Kıbrıs’ın bağımsızlığında ve egemenliğinde Rumlarınkine denk haklara sahiptiler. Kıbrıs Cumhuriyeti üniter bir devlet değildi; üniter bir Rum devleti hiç değildi. 1960 Cumhuriyeti Enosise ve taksime kapalı, Enosis isteyen Rum halkı ile buna karşı duran Türk halkını iki eşit taraf olarak devlete ortak yapmıştı. Akritas Planı bu ortaklığı Kıbrıs halkına karşı (yani Rumlara karşı) bir haksızlık olarak değerlendiriyor ve Kıbrıs’ı bir Rum Cumhuriyetine dönüştürerek Enosis’i yasaklayan Garantilerden kurtulmak için askeri harekât öngörüyordu. Hedef, bu ortaklık Cumhuriyetini Enosise sıçrama tahtası olacak bir Rum cumhuriyetine dönüştürmekti. 1963’den bu güne kadar devam eden Kıbrıs meselesinin temelinde bu siyaset ve bu hedef vardır.Bunu ben uydurmadım. Akritas planının kurmaylarından olan Glafkos Klerides Hatıratının üçüncü cildinin 105. sayfasında Rumlar açısından Kıbrıs meselesini net bir şekilde açıklamıştır.Klerides’in bu açıklamasını yeniden hatırlayalım: “Kıbrıs Rum tarafı, Kıbrıs’ın korunmaya alınmış bir Türk azınlığı içeren bir Rum devleti olmasını öngörmekteydi, Türk tarafı ise, bu çabaları başarısızlığa uğratmak ve kendi görüşlerine göre, Zürih Antlaşmasında yaratılan ortaklık haklarının devamını sağlamayı öngörmekteydi. Bu nedenle anlaşmazlık bir prensip anlaşmazlığıydı ve her iki taraf da bu prensip için tartışmayı sürdürmeye ve hatta eğer gerekirse uzlaşma yerine savaşmaya hazırdılar. Bugün bile, bir federal çözüm kabul edilmiş olmasına ve bir federasyonun, federasyonu oluşturan devletlerin, eyaletlerin ve kantonların anayasal ortaklıklardan başka bir şey olmamasına rağmen, aynı prensip anlaşmazlığı hâlâ devam etmektedir”.Akritas planının yapımcılarından biri olan Klerides ile on yıl federasyon konuştum fakat bir anlaşmaya varamadık çünkü “korunmaya alınmış bir azınlık” olmayı kabul etmedim, o da 1963’de gasp ettikleri “Kıbrıs Meşru Hükümeti” unvanından taviz vermemeyi bir prensip meselesi yaptı. Enosis için yaptıkları ile ortakların ayrıldığını ve Türk ortağın dışlandığı devletin egemenliğindeki ve bağımsızlığındaki haklarına sahip olmaya devam ettiğini hiç bir zaman kabul etmedi. Klerides’ten önceki liderler de aynı çizgide kalmışlardı. KKTC bu nedenle ilân edildi. KKTC Kıbrıs Türklerinin 1960’da kurulmuş olan ortaklık devletinde var olan haklarını içeren, kendi kaderini tayin hakkı olan halkımızın hür kararı ilân edilmiş bir devlettir. Ortaklık bozulunca Türk ortağın, 20 yıllık bir sabırdan sonra, kendi hakkını KKTC’nin bünyesinde somut hale getirerek Rum ortağa “sen ne isen ben de oyum” cevabıdır. Rum ortak tek başına devlet olunca, haklarını gasp ettirmemiş olan ve ayakta duran Türk ortağın da kendi devletini kurmasından daha tabii bir şey olamazdı.Rum tarafı Annan Planına hayır derken, “meşru Kıbrıs hükümeti” olgusundan taviz vermemeyi düşünüyordu halbuki Kıbrıs Türklerinin egemenliğini ve ayrı devletini içermeyen Annan Planına evet diyebilirlerdi.Klerides evet oyu kullanılmasını istemiş, çünkü ABD ve AB yetkilileri kendisine “Türklere fazla hak verildi düşüncesiyle, bunları azaltmak için vakit zayi etmeyiniz; Kıbrıs AB üyesi olduktan sonra Türklere verilmiş olan fazlalıkların icabına bakarız kabilinden sözler verildiğini açıklamıştır. Dolayısı ile ” devletten ve egemenlikten “ vazgeçerek yapılacak bir anlaşmada bize ne hak verilirse verilsin, tek halk, tek egemenlik, tek devlet, tek vatandaşlık formülünü kabul ettiğimize göre, kısa bir süre içinde bir Rum cumhuriyetinde ” korunmaya alınmış bir azınlık “ olmaya mahkûmuz. Egemen değilseniz azınlıksınız. Kurucu eyaletler safsatası bizi kurtaramaz. Türkiye’nin üye olmadığı bir AB’ye Rum’a yamalanarak girdiğimiz takdirde akıbetimiz budur. Klerides’in sözlerini iyi değerlendirelim.

Rauf Denktaş Yeniçağ Gazetesi

15 Kasım 2008 Cumartesi

Kıbrıs bizim canımız, feda olsun AB’ye










ALTEMUR KILIÇ
Yeni Alanya Kılıç
------------------------
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 25 yıl önce bugün, 15 Kasım 1983’te çok kan ter gözyaşı döküldükten sonra Türk Ordusu’nun 20 Temmuz 1974’de Rumların Enosis macerasını bitirmesinden sonra ilan edildi! Unutmak, maalesef milli zaafımız! Kıbrıs’ta 1945’ten sonra İngiltere müstemlekelerini tasfiye ederken Kıbrıs'tan da çekiliyordu... Bu sırada Türkiye’nin o zamanki Dışişleri Bakanı Profesör Fuat Köprülü inanılmaz bir gafletle, “Kıbrıs diye bir sorunumuz yok” demişti ama Rumların, Yunanlıların emelleri vardı. Başpiskopos Makarios’un himayesinde Yunan Subayı Grivas’ın yaptıklarını banyo küvetinde öldürülen bebeklerin fotoğraflarını, mücadelenin ilk öncüleri Dana Efendi ve Fazıl Küçük’ü unuttuk! Sonra da Makarios Cumhuriyeti aldatmacasını da unuttuk… Kanları pahasına savaşan TMT mücahitlerini ve onlara komutanlık yapan adsız kahraman subaylarımızı kim hatırlar! Büyük Lider Rauf Denktaş şükürler olsun ki yaşıyor! Ama onun makamında işbirlikçi Mehmet Ali Talat oturuyor ve bırakırsak KKTC’yi bitirmek üzere… Ve maalesef Annan Planı fiyaskosunun mimarı AKP de buna yardım ediyor! Acı olan, Kıbrıs halkının bir kısmı da teslimiyetçi. AKP de, onlar da AB hayali uğruna!
TESLİMİYET KOMPLOSU
Şimdi teslimiyetçilerin KKTC’ye kurmak istedikleri tuzak ortaya çıktı! KKTC’nin kurucusu 1. Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Ümraniye (Ergenekon) davası ile Kıbrıs arasında kurulmak istenen bağlantıya dikkat çekti. BRT televizyonundaki bir programda, “Bana kadar parmağını uzatanlar oldu. Bunlar safsata. Kıbrıs’ta fedakârlık yapılacaksa, halkın kabul etmeyeceği şeyler yapılacaksa, direneni suçlayarak zayıflatmak bir siyasettir”… Oyunun amacı masadan kalkılmayacak ama baskı bize gelecek. Kıbrıs teslimiyete gidiyor. Türk askeri başı eğik, bayrağını toparlayıp, şehitlerin kemiklerini torbaya koyup Anadolu’ya dönecek böyle gidersek... Türk milleti buna layık mı, olacak iş mi bu?
TAHA AKYOL FİLAN!
Taha Akyol’u milliyetçi olarak tanımıştım! MHP yayın organı Hergün Gazetesi’nin Genel Yayın Müdürü ve Başyazarı idi! O zaman yazdığı ateşli yazılar bulunsa da okunsa! 12 Eylül’de bu sıfatla hapis yattı. Sonra ne olduysa oldu, herhalde para ağır bastı. Bu zat 180 derece döndü. Bu adam takkeli bir liboş oluverdi. İnsanlar düşünceleri yönünde yer değiştirler ama para karşılığı böyle döneklik başka bır maharet ve karakter ister! Zamana ve zemine göre renk değiştirene ne denir? Bu hep bilgiçlik taslar. Boyuna Mustafa Kemal’le uğraşır. Tarihin çöğdüklerinde dolaşarak “Hangi Atatürk?” diye sorar. Yani Mustafa Kemal'in mevsime göre değişen yani kendisi gibi bir adam olduğunu kanıtlamaya çalışır! O’nu yıpratmaktır gizli amacı! Son olarak “Atatürk’ü okumak” başlığı altında iki yazı yazmış. Bu yazısında da “Atatürk’ü tabii kendisine göre doğru okumakla bu şekilde araştırmalarıyla, Atatürk'ün değişik dönemlerdeki politikaları ve görüşleri kavranabilir” diyor. Her yazısında yaptığı gibi O’nun Nutuk’unu referans tanımıyor! Bu yazılarda söyledikleri ayrı bir konu! Fakat Akyol lütfetmiş, “Atatürk’ü okurken” hatta Kılıç Ali falan gibi ikinci sınıf adamların anılarını da incelemek gerekir” demiş! Evet, bilhassa Akyol babamın anılarını dikkatle okumalı. O anılarda ibret alınacak çok şey var. Ve de babamın ne tür bir adam ve Atatürk sevdalısı, gönüllüsü olduğunun kanıtları da var. Taha orda sözü geçen gafiller ve hainler” arasında kendisini de bulabilir! Atatürk'ü ve babamı bu gafil ve hainlere karşı savunmak boynumun borcu. Kılıç Ali, Mustafa Kemal’in yanındaki falan gibi ikinci sınıf adamlardan değildi! Akyol filan gibiler, onun onların ayaklarına su dökemezler! Hem Kılıç Ali'ler, Balkan Harbi’nde savaşır, Çanakkale’de yaralanırlarken Kurtuluş Savaşı’nda, iç ve dış filanlarla mücadele ederken, şimdi Atatürk'e ve ona laf atanların babaları, dedeleri, acaba neredeydiler? Özellikle Taha Akyol’un? Daha önce sormuştum, gene soruyorum: Boğazlıyan Kaymakamı şehit Kemal Bey’in Nemrut Mustafa Paşa Harp Divanı’nda idam edilmesine, tanıklık ederek sebep olan Yozgat Müftüsü Taha Akyol’un dedesi mi? Tabii, akrabalık suç değil, ama malum, soydur çeker…

12 Kasım 2008 Çarşamba

34. Yıl ve KKTC


34. Yıl ve KKTC


20.07.2008


TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı) ile başlayan kutsal mücadele, bundan 34 yıl evvel, 20 Temmuz 1974’te mutlu sona ulaşmıştı.
Şehit kanları ile sulanmış vatan toprağı Kıbrıs, yıllar geçtikçe yabancılaşan, anavatandan uzaklaşan, bir garip vatan toprağı durumuna düştü, daha doğrusu düşürüldü. T.C.’yi yöneten hükümetlerce.
Okur-Yazarlık oranı % 100 olan KKTC’de, adanın fiziksel şartları da göz önüne alınarak, TC tarafından oluşturulması gereken; hafif sanayi ve/veya Elektrik-Elektronik montaj sanayi iken, maalesef
Tekstil ve Turizm ön plana çıkmış, Tekstil sektörüne İngiltere’nin % 14 vergi koyması ile sektör bitme noktasına gelmiştir. Turizm ise esnafa, dolayısıyla KKTC’ye direkt bir faydası olmamıştır.
Diğer taraftan THY’nin sabah namazını müteakip seferleriyle, turistlere adeta işkence çektirilmiştir. Sabah uçağını yakalayabilmek için, 05.00 gibi otelden ayrılmak gerekmiştir.
Belli bir süre yapay çiçek, elektronik eşya ve porselen yemek takımı satışı, esnafın yüzünü güldürmüşken, Türkiye’den gelen baskılarla “bavul turizmi” de engellenmiştir.
Tüm bunlar yaşanırken, bizler hamaset dolu nutuklarla “Yavru Vatan” edebiyatı yapıp durduk, kendi kendimize.
Hâlâ geç kalmış değiliz. Et ile tırnak gibi olduğumuz KKTC’ye acilen yeni teknoloji televizyon, bilgisayar gibi montaj sanayini yerleştirmeliyiz.
Düşünün Zorlu Şirketler Grubu, Güney Afrika’ya kadar gidip, yatırım yapmaktadır. Başbakanımız Vestel Yönetimi ile konuşsa, gerekli yatırım teşvikleri de verilerek, üretim KKTC’ye kaydırılsa, oradan deniz yoluyla Ortadoğu ve Türki Cumhuriyetlere pazarlansa… İnanın çok uzak hayaller değil yeter ki isteyelim.
Adaya yıllık ortalama +/- 400 Milyon $ akıtarak, KKTC’yi kalkındıramayız. Balık tutup vermek yerine olta vermemiz gerekiyor.
Nice 34. yıllara sevgiyle, umutla.

Saygılarımla

Sabih Samur

5 Kasım 2008 Çarşamba

Kıbrıs zirvesi mi, ekonomik kriz mi?



ANKARA'DA SICAK SAATLER... Başbakan Ferdi Sabit Soyer, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Turgay Avcı ile Maliye Bakanı Ahmet Uzun'dan oluşan KKTC heyeti, bugün TC Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, TC Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve Kıbrıs İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek'le ayrı ayrı görüşecek. Soyer başkanlığındaki KKTC heyetinin, özellikle dünyada patlak veren ekonomik kriz yüzünden ülke ekonomisinde yaşanan olumsuzlukların giderilmesi ve devlet hazinesinin rahatlatılması için ek kaynak talebinde bulunacağı öğrenildi. TC hükümetinin ise bu talebe pek sıcak bakmadığı ve KKTC hükümetinden daha çok tasarruf yapmasını isteyeceği haber veriliyor

Başbakan Ferdi Sabit Soyer başkanlığındaki KKTC hükümeti ile TC hükümeti arasında bugün Ankara'da yapılacak Kıbrıs zirvesinde sıcak saatlerin yaşanması bekleniyor. Kıbrıs zirvesine daha çok ekonomik sıkıntıların damgasını vuracağı tahmin ediliyor.
İyi haber alan siyasi gözlemcilere göre, KKTC hükümetinin ek kaynak talebini masaya getireceğine, TC hükümetinin ise daha çok tasarruf tedbirlerinde ısrarlı olacağına inanılıyor.
Başbakan Ferdi Sabit Soyer, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Turgay Avcı ile Maliye Bakanı Ahmet Uzun'dan oluşan KKTC heyeti, bugün TC Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, TC Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve Kıbrıs İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek'le ayrı ayrı görüşecek.
Soyer başkanlığındaki KKTC heyetinin, özellikle dünyada patlak veren ekonomik kriz yüzünden ülke ekonomisinde yaşanan olumsuzlukların giderilmesi ve devlet hazinesinin rahatlatılması için ek kaynak talebinde bulunacağı öğrenildi.
TC hükümetinin ise bu talebe pek sıcak bakmadığı ve KKTC hükümetinden daha çok tasarruf yapmasını isteyeceği haber veriliyor.

Soyer Ankara'da

Başbakan Ferdi Sabit Soyer, İstanbul'da önceki akşam Türkiye Sanayi ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ile çalışma toplantısına katıldı; ardından Ankara'ya geçti.
Soyer, önceki gün gittiği İstanbul'daki temaslarını tamamlamasının ardından dün Ankara'ya geçti.
Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Turgay Avcı ile Maliye Bakanı Ahmet Uzun da, dün Ankara'ya giderek, Başbakan Soyer'e resmi temaslarında eşlik edecek.
Başbakan Soyer başkanlığındaki heyet, bugün Kıbrıs sorunundaki son gelişmeler ve ekonomik konularla ilgili resmi görüşmeler yapacak.

İstanbul'da işbirliği ve yatırımlar ele alındı

Başbakanlık Özel Kalem Müdürü Yonca Şenyiğit'ten alınan bilgiye göre Başbakan Ferdi Sabit Soyer, önceki gün İstanbul'da Türkiye Sanayi ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ile çalışma toplantısına katıldı.
Kıbrıs Türk Sanayi Odası Başkanı Salih Tunar, Kıbrıs Türk Ticaret Odası Başkanı Hasan İnce ve İşadamları Derneği Başkanı Metin Yalçın'ın da katıldığı toplantıda, TÜSİAD üyeleriyle işbirliği ve Kıbrıs'taki yatırım alanlarının nasıl değerlendirilebileceği konuları ele alındı.
Toplantının ardından oda başkanlarının KKTC'ye döndüğünü, Başbakan'ın ise Ankara'ya geçeceğini kaydeden Şenyiğit, Başbakan Soyer'in heyetiyle birlikte bugün Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve Kıbrıs İşlerinden Sorumlu TC Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek'le görüşeceğini belirtti.
Başbakan Soyer'e Ankara'daki temaslarında, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Turgay Avcı, Maliye Bakanı Ahmet Uzun, Başbakanlık Müsteşarı Doğan Şahali, Maliye Bakanlığı Müsteşarı Zeren Mungan ile Başbakanlık Özel Kalem Müdürü Yonca Şenyiğit eşlik edecek.
Başbakan Soyer başkanlığındaki heyetin, yarın KKTC'ye dönmesi bekleniyor.

HOŞ GELDİN BANU AVAR


23 Mayıs 2008


CumaBeklenen oldu. Güzel ve iyi olan her şeyin bittiği gibi, TRT’de yayınlanan “Sınırlar Arasında” adlı program yayından kaldırıldı. Sözünü esirgemeyen, yapılmayanı yapan, Cesur Yürek Banu Avar bu defa yapılmaması gerekeni yapmaya soyundu. Amerika’dan daha Amerikancı olması gerektiği düşünülen bir toplumda yani Türkiye’de, Amerika’yı eleştirmeye kalktı.Son programında işlemeyi planladığı konu Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) idi. Bunu TRT’de gerçekleştirmek hatta sadece düşünmek bile mesleki intihar demekti. Ve TRT ile yollar ayrıldı.“Özgür ve Bağımsız Beyinler Kervanı’na hoş geldin” diyoruz, Banu Avar’a. Kendisinden ricamız, arzumuz, isteğimiz, teknik olarak ve kanunen mümkünse, şu ana kadar yaptığı tüm çalışmaları kendi internet sitesinde ve/veya CD satışları ile sevenlerine ulaşması ve Türkiye’ye olan hizmetine devam etmesi.Banu Avar durmaması, sürekli akması gereken bir ırmaktır. Yeni nesilin Banu Avar gibi bir yol göstericiye, gerçek bir Türkiye Sevdalısı’na ihtiyacı vardır.Hoş geldin Banu Avar.


NOT: Bu yazı METRİS CEZAEVİ'nde kaleme alınmıştır.

14 Ekim 2008 Salı

NEREDE KALMIŞTIK?


10 Mayıs 2008 tarihinde sizlerin arasından ayrılarak başka bir dünyaya geçtim.
Tutuklandım.Cezaevine konuldum.
07 Ekim 2008 tarihinde tutuklu olmama gerek olmadığı anlaşıldı ve tahliye edildim.
Yargı süreci devam ediyor.
Beraatimi aldığım an konuyu sizlerle paylaşacağım.
Sabih Samur'un toplam 151 gün, başka bir ifade ile 5 ay yattığı Metris Cezaevi ile ilgili anıları
"METRİS CEZAEVİ GÜNLERİ - ALLAH KURTARSIN !" adı ile
2009 Ocak-Şubat tarihinde Anı-kitap olarak yayımlanacaktır.
Tekrar Merhaba...
Sabih Samur 14 Ekim 2008 Salı

8 Mayıs 2008 Perşembe

KARPAZ MİLLİ PARK ALANI



Karpaz Milli Park Alanı Yasa Tasarısı'nın Cumhuriyet Meclisi Hukuk ve Siyasi İşler Komitesi'nde görüşülmesine dün de devam edildi.
İlgili bakanlık ve daireler yanında toplantıda Avcılık Federasyonu, Biyologlar Derneği, Yeşil Barış Hareketi, Çekova, Kema, İskele Yurttaş İnisiyatifi ve Karpaz Dostları Derneği tasarıyla ilgili görüş sundu. Dipkarpaz Belediye Başkanı Mehmet Demirci'nin de görüşlerini aktardığı toplantıda Biyologlar Derneği ve bölgede yaşayan bir vatandaş, tasarıya zemin oluşturması amacıyla bölgeyle ilgili bir de sunum yaptı.
CTP Milletvekili Kadri Fellahoğlu başkanlığındaki toplantıya CTP milletvekilleri Ali Gulle, Ahmet Gülle, Nazım Beratlı ve Mehmet Ceylanlı ile UBP Milletvekili Hasan Taçoy katıldı. Toplantıda Başbakanlık, Ekonomi ve Turizm Bakanlığı, Çevre ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı, Başsavcılık, Şehir Planlama Dairesi, Eski Eserler ve Müzeler Dairesi, Orman Dairesi, Hayvancılık Dairesi, Anıtlar Yüksek Kurulu, AB Koordinasyon Merkezi, YAGA, KTMMOB, Barolar Birliği, Genişletilmiş Sürdürülebilir Çevre Platformu temsilcileri de hazır bulundu.
Fellahoğlu... Altan... Mesutoğlu
Komite Başkanı Kadri Fellahoğlu, eleştiri ve görüşlerle ilgili konuşmasında, korumanın kağıt üzerinde var olduğunu ancak uygulamada olmadığını söyledi.
Fellahoğlu, "Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Dünyadaki milli park uygulamaları örnek alınabilir. Ancak bizim öznel koşullarımız var. En önemlisi bizim diğer ülkelere göre çok değerli özelliklerimiz var" dedi.
Çevre Koruma Dairesi Müdürü Hülya Altan da, korumaya dönük bu yasanın ülke gerçeklerine tüm boyutlarıyla uyumlu olmasına dikkat etmek gerektiğini kaydetti. Altan, yasanın gerçekten koruyabilir olmasına özen göstermenin şart olduğunu belirtti.
Şehir Planlama Dairesi adına konuşan Laika Mesutoğlu ise, sivil toplum örgütlerinin, hükümet organlarında yer almasının doğru olmadığını ancak karar alma sürecinde etkin olması gerektiğini söyledi.
Mesutoğlu, AB Destek Ofisi'nin, bölgede bir sinerji yaratacak YAGA gibi bir model yaratmayı amaçladığına işaret ederek, ofisin karar alma mekanizmasında yer almayacağını, sadece bölgeye yatırımcının nasıl çekileceğiyle ilgili çalışmalar yapmasının hedeflendiğini belirtti.
Dipkarpaz Belediye Başkanı
Dipkarpaz Belediye Başkanı Hasan Demirci de, yasa tasarısında yabani eşek probleminin çözümüne dönük bir düzenleme bulunmamasından duyduğu rahatsızlığı dile getirdi.
Tasarının adının Karpaz Milli Parkı değil, Dipkarpaz Milli Parkı olması gerektiğini kaydeden Demirci, 4 yıl öncesine kadar ava kapalı olan bölgenin telli kısmının ava kapatılması ve bu bölge içinde eşeklere bakım sağlanması gerektiğini söyledi. Demirci, avcılara, batı ülkelerinde olduğu gibi ücretli özel av alanları sağlanabileceğini belirtti.
Mehmet Demirci ayrıca, milli park içinde ahşap tipi konaklamaya izin verilmesi gerektiğini de söyledi.
Demirci, bölge halkının eşekleri öldürdüğü yönündeki eleştirilere değinirken de, "Biz bu eşeklere su sağlıyoruz. Bizler bu hayvanlar sayesinde para kazanmaya çalışıyoruz. Onları niye öldürelim..." diye sordu.
Bir vatandaş
Bölgede yaşayan ve yatırımı bulunan İrfan Dindar da söz alarak, tasarıya ilişkin görüşlerini sundu. Bölgedeki hayvan ve bitki örtüsünün en az insanlar kadar yaşama hakkı olduğunu kaydeden Dindar, susuzluktan ölen eşeklere, milli parka girişte alınacak cüzi ücretlerden elde edilecek gelirle yemek ve su sağlanabileceğini söyledi.
Dindar, özellikle güzergaha yakın yerlere kurulacak sulaklarla hayvanların suvarılması ve bölgeye gelecek turistlerin eşekleri görmesine imkan yaratılabileceğini belirtti.
Altın kumsaldaki gecekondular ile kaçak yapıların derhal durdurulması gerektiğini kaydeden Dindar, manastır bölgesindeki sokak satıcılarının da engellenmesi gerektiğini söyledi.
Sivil Toplum Örgütlerinin görüşleri
ÇEKOVA Mütevelli Heyeti Üyesi Abdülkerim Karamanoğlu, AB Destek Ofisi'nin bölgede yeri olmadığını söyledi. Bölgedeki yapılaşmanın kontrol altına alınması gerektiğini kaydeden Karamanoğlu, gümrük binalarının da koruma altına alınması gerektiğini belirtti. Karamanoğlu, kuşların da koruma altına alınmasının şart olduğunu kaydederek, bölgede açık hava müzelerinin oluşturulabileceğini söyledi.
Avcılık Federasyonu
Avcılık Federasyonu Başkanı Harper Orhon ise, bölgedeki ardıçların planlı bir şekilde yok edilip, tarım arazileri yaratıldığını söyledi. Orhon, vatandaşların, ardıçları arazilerini tellerken direk ve mandıra yapımında kullandığını belirtti.
Karpaz'ın adalar bölgesinin tamamıyla ava kapatılmasının yanlış olduğunu söyleyen Orhon, orkinos balığının geçiş noktası olan bölgenin özel ilgi turizmi, özellikle su altı turizmi açısından büyük önem taşıdığına işaret ederek bunun değerlendirilmesi gerektiğini kaydetti. Orhon, "Profesyonel balıkçılığa biz de karşıyız ancak bölgede zıpkınla balık avı yapılabilir" dedi.
Orhon, Özel Çevre Koruma Bölgelerinde avcılık yapılacak bölgelerin belirlenmesinde Avcılık Federasyonu'nun da belirleyici olması gerektiğini, bunun da yasada yer almasını istediklerini belirtti. Orhon, tasarıyla ilgili ayrıntılı raporu önümüzdeki günlerde sunacaklarını söyledi.
KEMA
KEMA adına konuşan İlkay İlseven, sınırların tasarı aşamasında belirlenmesi gerektiğini belirterek, özellikle tarım yapımıyla ilgili maddelerin yeniden düzenlenmesi gerektiğini kaydetti.
Bölgenin tamamıyla ava ve otlatmaya kapalı olması gerektiğini kaydeden İlseven, çevre planı hazırlarken bölgedeki tüm belediyelerden görüş almaya gerek olmadığını savundu. İlseven, danışma komitesinde üniversite temsilcilerinin de yer almasının şart olduğunu belirtti.
İlseven, Milli Park ile Karpaz bölgesinin sosyo-ekonomik kalkınmasının karıştırılmaması gerektiğini söyledi. İlkay İlseven, tasarının karmaşık dilinin de basitleştirilmesi gerektiğini kaydetti.
Yeşil Barış
Yeşil Barış Hareketi adına konuşan Tuncer Bağışkan ise, bölgenin kültürel varlıklarına dikkat çekti. Bölgeyi sit alanı ilan ederken, o bölgede bulunan eski eserleri korumayı amaçladıklarını ancak bölgedeki eski eser envanterinin yapılamadığına işaret eden Bağışkan, bölgede kayıt altına alınmayan çok sayıda mezar, antik yağ değirmeni ve kiliseler bulunduğunu söyledi.
Bağışkan ayrıca siyasi etkiden kurtarılmış bir yapıya sahip olan Anıtlar Yüksek Kurulu'nun yetkilerinin, oluşturulması öngörülen Karpaz Milli Park Kurulu'na devredilmesinin sakıncalarına işaret etti.
Özel koruma bölgesine müze inşa edilecek diye bölge yapısının darmadağın edilmesinin doğru olmayacağını kaydeden Bağışkan, bölgedeki mevcut yapıların bu amaçla kullanılabileceğini belirtti.
İskele Yurttaş İnisiyatifi
İskele Yurttaş İnisiyatifi adına konuşan Hüseyin Yorgancı ile İsmail Haşimoğulları, mutlak koruma alanların sınırlarının belirlenmesi üzerinde durdu. "Sınırlı kullanın alanı" ifadesinin çok muallak olduğuna dikkat çeken Haşimoğulları, "Yasa ivedilikle çıkarılmalı ancak mutlak koruma bölgeleri olacağı gibi, yasa da mutlak olmalı" dedi.
Dipkarpaz'da yapılması düşünülen şeylerin tamamıyla köy sınırları içinde sınırlı olması gereğine dikkat çeken Yorgancı, turistik yatırımların da butik otel ve pansiyonculukla sınırlandırılmasının şart olduğunu belirtti.
Yorgancı, sualtı flora ve faunası oldukça zengin olan adalar bölgesinde sualtı turizminin geliştirilebileceğini söyledi.
Bölgenin simgesi olan eşeklerin tasarıda ayrıca ele alınması gerektiğini kaydeden Yorgancı, eşeklerin telli alana hapsedilmesi halinde ölüme mahkum edilmiş olacaklarını belirtti.
Karpaz Dostları Derneği
Karpaz Dostları Derneği adına konuşan Gülizar Eroğlu, parkla ilgili çevre ve yönetim planı hazırlanırken peyzaj mimarlarının da görev yapması gerektiğini kaydetti.
Sadece belediyelerden değil, doğrudan halktan da görüş almak gerektiğini söyleyen Eroğlu, Milli Park Bütçesi'nin yetersiz kalacağına işaret ederek, devlet katkısının nereden sağlanacağının mutlaka belirtilmesi gerektiğini belirtti.
KAYNAK : Kıbrıs Gazetesi

29 Nisan 2008 Salı

Osmanlı'nın işgalci olarak tanımlanması kabul edilemez

Kıbrıs Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Mimarlar Odası Başkanı Ekrem Bodamyalızade, Ağa Han Mimarlık Ödülleri'nin jüri açıklamasında Osmanlı'nın "Kıbrıs'ta 400 yıllık istilacı" olarak ifade edilmesinin kabul edilemez olduğunu kaydederek, açıklamanın ödülü, hedefinden saptırdığını söyledi.
Bodamyalızade, KIBRIS'a yaptığı açıklamada, Ağa Han Mimarlık Ödülleri'nin geçen yıl 2007 Ekim ayı içerisinde Malezya'da dağıtıldığını ve ödülleri almak için de Kıbrıs'tan Lefkoşa'nın Türk ve Rum belediyelerinden yetkililerin bu ülkeye gittiğini söyledi.
Bodamyalızade, ülkemizin de bu ödülü almasına sevindiklerini, ancak Yapı Dergisi'nin "311 sayılı 2007" tarihli sayısında derginin sahibi ve başyazarı Doğan Hasol'un yazısında ödülleri veren jüri raporunda Osmanlı'nın işgalci konumuna düşürüldüğünü ve bunun kendilerini çok rahatsız edici bir boyutun ortaya çıkarmak için oda olarak konuyu araştırdıklarını belirtti.
Ödüllerin ilk verilişi sırasında Malezya'da bulunan Doğan Hasol ile bir araya geldiklerini ve Hasol'dan da bunu teyit ettiklerini anlatan Bodamyalızade, edindikleri bilgide ödülleri veren jürinin barış adına bir karar vererek, Kıbrıs'taki projenin öne çıkılmasını öngördüğü bir söylev içerisine girdiğini fakat bu söylev içerisinde jürinin kendi kendisi ile çelişkili bir durum yaratarak, "Kıbrıs'ta 400 yıllık Osmanlı işgali altında" şeklinde bir deyim kullandığını belirtti.
Bu deyimi ilk olarak Yapı dergisinde okuduklarını ve gerçekliği olup olmadığını araştırma yoluna gittiklerini anlatan Bodamyalızade, bu deyimin hazırlanan jüri raporunda da görsel bir malzeme olarak kullanıldığını ve rahatsız edici bir boyutta dile getirildiğinin kendilerine söylendiğini kaydetti.
Bodamyalızade şöyle devam etti:
"Verilen ödülün pozitif yanlarının daha ağırlıklı olması nedeniyle bugüne kadar çok ses çıkarmamayı hedeflediklerini ancak yaklaşık 8 ay aradan sonra Kıbrıs'ta da tekrar bir ödül töreni yapılmasını Doğan Hasol'un ifade ettiği gibi politik bir neden olarak yapıldığı konusunda gerçeğe kavuştu.
Söz konusu film, Kıbrıs'ta da kullanıldı ve film içerisindeki konuşma metninde geçen işgal kelimesi çıkarılmıştır. Dünya'da bu filmin tanıtım olarak kullanıldığı düşünüldüğü zaman Osmanlı işgali altında 400 yıl yaşayan Kıbrıs olarak ifade edildiği zaman bu ödülle ters düşüldüğünü ve çelişki yarattığını oda olarak kamuoyu ile paylaşmak istedik.
Ödülün pozitif yanlarının toplum içinde çok olmasına rağmen jüri raporunda bu konu Dünya'yı dolaştığı zaman negatif bir etki yapacağını ve ödülle çelişkili olacağını düşünüyoruz.
Çünkü, biliyoruz ki bu ödül sadece Müslüman toplumlarda veriliyor ve Osmanlı işgalini soruşturacak şekilde jüri raporuna bunun girmesi Osmanlı'yı işgalci olarak ifade etmesini olumsuz düşünüyoruz."
Bu yüzden ödüle rağmen kendilerini buruk hissettiklerini kaydeden Bodamyalızade, konunun takipçisi olacaklarını da söyledi.
SABİH SAMUR YORUMU : Aralara serpiştirilen önemsiz gibi gözüken bir cümle onlarca yıl sonra kabul edilmiş onaylanmış olarak pişirilip tekrar önümüze koyulabiliyor.Ermeni Soykırımı yalanında olduğu gibi.
Sn. Bodanyalızade'ye hassasiyetinden dolayı teşekkürlerimi arz ederim.
KAYNAK : KIBRIS Gazetesi

27 Nisan 2008 Pazar

SELAMET Mİ, FELÂKET Mİ?

Uzun yıllar "barış" beklentisine sokulmuş ve beyinleri "devlete sahip olmanın sorumluluğuna ve mutluluğuna" kapalı, içinde bulundukları güvenlik ortamının Türk müdahalesine ve burada Türk askerinin varlığına dayandığını düşünemez hale getirilmiş insanlar "Haziran sonuna görüşmeler başlıyor" haberi karşısında sevinmesinler de ne yapsınlar? Geçmişi ve Rum′un değişmeyen milli hedefini bilenler için "görüşmeler başlıyor" haberi akla hemen "hangi şartlarda, hangi maksat için" sorularını getirmektedir. Garantiler devam edecek mi, Kıbrıs′ta asker kalacak mı? Kıbrıs üzerinde Türk-Yunan dengesi korunacak mı? gibi sorular da ister istemez geçmişi ve Rum′u bilenlerin aklını meşgul etmekte, uykularımızı kaçırmaktadır. Aşikârdır ki bu sorulara hükümetimiz ve görüşmecimiz net bir cevap vermiş değillerdir. Türkiye′den ziyaretimize gelen sivil ve askeri erkân son zamanlarda kafalarda tereddüt bırakmayacak şekilde göğsümüzü kabartan beyanatlarda bulunmuşlarsa da Türk Hükümetinden ve Parlamentosundan bu temel konularda milleti ve dünyayı aydınlatacak açıklamalar yapılmış değildir. "Kazan, kazan" demeçleri, "bir adım önde olma" taktiği de Rumların şaşmayan bir çizgide, "Kıbrıs meşru hükümeti" görüntüsü içinde, "görüşmeler yolu ile" nereye gitmek istediğini bilenler için ürkütücü bir tablo yaratmaktadır. 45 yıldır Rum tarafını desteklemiş olan İngiltere ve ABD′den gelen sesler, yapılan açıklamalar da Türkiye′ye "Rum idaresini Kıbrıs meşru hükümeti olarak tanı, limanlarını aç, Hristofyas gibi barışçı bir lider geldi, fırsatı değerlendir" anlamına gelmekte ve Rum′un siyasetini bilenleri bir o kadar daha endişelendirmektedir.Soruyoruz ve sormağa devam edeceğiz: İki TOPLUMLU FEDERASYON′UN oluşumundaki "kurucu devletler" egemen devletler mi, yoksa Annan Planında öngörülen vilâyetler mi? Rum′a göre bunların, çoğunluğa dayanan üniter bir devlette "idari bir tasarruf" olarak algılandığı, AB normları gereğince "genel dolaşım, mülk edinme ve yerleşim serbestisi" altında Rumların eski yerlerine gelme hakkının tanınacağı bir sistem olduğu aşikârdır. Kabul ediyor muyuz? Bunu kabul etmenin sonucu KKTC′nin ortadan kalkması, egemenliğimizden bahsedilmemesi, ve varılacak anlaşmanın "işler" olabilmesi için de 1960′daki toplumsal haklardan soyutlanması gerekmektedir. Hristofyas bunu zaten açıklamıştır. Halka umut pompalayanlar gidişatın bu olduğunun farkında mıdırlar ve bu ümit pompalayışı ile halkın direniş gücünü zayıflatabileceklerinin de farkında mıdırlar?Karşılıklı ziyaretler, lokma yemeler, kahve içişler güzel şeylerdir. Bunları 1959-60 Anlaşmalarının arifesinde ve kutlamalarında da yaşadık ancak arkası acı geldi çünkü karşı tarafın "milli görüşünde" ve siyasetinde bir değişiklik olmamıştı. O günlerde de "aman dikkat" diyen bizlerin karşısında, Annan Planı döneminde olduğu gibi, (ve şimdi yağmur görmüş salyangoz misali yeniden faaliyete geçen "barışseverler" misali) muhaliflerimiz vardı. Her iki olayda da aldanan ve aldatılan "barışseverlere inanan halkımız" olmuştur.Başlangıçta sorduğumuz sorulara KKTC makamlarından ve Türk Hükümetinden tatminkâr bir yanıt gelmediği takdirde bilelim ki gidişat selamete değildir, felâketedir. Dost acı söyler. Biz kendimizi hem Kıbrıs′ın hem de Anavatanın dostu olarak görmekteyiz. Kimseyi kızdırmak için konuşmuyoruz. Bir halkın ömür verdiği, Türkiye′nin güvenliği ile ilgili bir namus ve şeref davasında endişelerimizi açıklamak gereğini duyuyoruz çünkü çıkılan yolun geri dönüşü olmayan bir yol olduğunu görüyoruz.

Rauf R. DENKTAŞ

GÜNEY KIBRIS'TA "TÜRKİYE'DEN SU PROJESİ" KONUŞULUYOR...

Rum gazeteleri Türkiye’den su getirilmesi projesinin tartışılmakta olduğunu, Nikos Vasiliu, Stelios Orfanidis, Özay Mehmet ve Bernard Musyck isimli profesörler tarafından hazırlanan; Türkiye’den Kıbrıs’a denizaltı borularıyla su getirilmesi önerisinin teknik komitelerde görüşüldüğünü bunun ötesinde, ALARKO isimli Türk şirketi yetkililerinim siyasi düzeyde temaslar yaptıkları yönünde yönünde haberler yayımladılar. ALİTHİA haberi “Türkiye’den Yarı Fiyatına Su – Gül ve Erdoğan Kabul Ediyor ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nden Yeşil Işık Bekliyor – Türk Şirketi Alarko Omorfo’ya (Güzelyurt) Su Taşıma Planını Sundu – 4 Gün Önce Ortaklık Şirketi Kurmaları Amacıyla Kıbrıslı Türk ve Rumlarla Temas Gerçekleştirildi” başlık ve spotlarıyla manşete çekti. Edindiği bilgilere dayanarak 4 gün önce; ortaklık şirketi kurmaları hedefiyle Kıbrıslı Türk ve Rumlarla temaslar gerçekleştirildiğini vurgulayan gazete özetle şunları yazdı: “Bir siyasi karar, Kıbrıs’ın su konusunda karşı karşıya olduğu trajik durumu tamamen değiştirebilir. Nikos Vasiliu, Stelios Orfanidis, Özay Mehmet ve Bernard Musyck isimli profesörler, Türkiye’den su altı boru hattıyla su getirilmesi önerisinin incelenmesine ilişkin bir kararın su sorununu daimi olarak çözebileceğini savunuyorlar. Edindiğimiz bilgiler; önerinin yalnız teknik komitelerde görüşülmeyeceğini, aynı zamanda, Türkiye’den su taşıma konusunda kapsamlı projesi olan Türk şirketinin, projesini hayata geçirme yöntemlerini siyasi düzeyde müzakere etmekte olduğu yolundadır. Şirketin temsilcileri kısa süre önce Kıbrıs’taydı ve şirketin planını sundular. Vurgulamak gerekir ki proje Türk hükümetine de sunuldu. Türk hükümeti onayladı ve hayata geçirilmesi için yeşil ışık bekliyor. Türkiye’den Omorfo’ya (Güzelyurt) deniz altı su borularıyla su taşınması planının maliyeti 8,5 milyon dolardır. Sözü edilen Türk şirketi; Türk hükümetinin sözleşme yaptığı ve suyu Omorfo bölgesindeki 75 milyon tonluk (50 milyon tonu Kıbrıslı Türkler 25 milyon tonu Kıbrıslı Rumlar için) tesise taşıyacak boru hattının inşa edilmesi olanaklarını inceleyen Alarko Alsim’dir. Ekonomi profesörü-Danışman Nikos Vasiliu; bu oranların, çalışmanın karlı hale getirilmesi ve yararın artırılması için suyun piyasanın güçlerine bağlı olarak tüketilmesi ile artırılmasını önerdi. Şirket, Türkiye’den bir boru hattı inşa edilmesi için iki yıl gerekeceğini değerlendiriyor.
Yapılan incelemeye göre suyun metreküp satış fiyatı 25 sentten (dolar cinsinden); suyun taşıma masrafları da eklendiğinde 35 sente kadar olabilecek. 4 gün önce suyun taşınması görevini üstlenecek ortaklık şirketi kurulması konusunda Kıbrıslı Türkler ve Rumlarla temaslar gerçekleştirildi. Halen tezgâhta bulunan bu ortaklık şirketi; AB’den mali finans talep edebilmesi için kâr amaçlı bir şirket olacak. Türkiye ve Kıbrıs Türk siyasi liderlikleri de konudan haberdardır. Mehmet Ali Talat, kendisine Alarko Alsim şirketinin projesiyle ilgili bilgi verildikten sonra ilgili teknik komite başkanına; konuyu görüşmeler sırasında gündeme getirme emri verdi. Edindiğimiz bilgilere göre Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de bilgi sahibidir. Projenin uygulanmasını kabul ediyorlar ve şu anda; Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de olur görüşünü bekliyorlar çünkü Kıbrıs Türk siyasi liderliğinin rıza göstereceğine kesin gözüyle bakıyorlar. Bu arada ortaklık şirketine katılmakla ilgilenen Kıbrıslı Rumlar da tam bilgi edinebilmek için Alarko Alsim’in merkezinin bulunduğu İstanbul’a gitmeye hazırlanıyorlar. Daha sonra Türk hükümet yetkilileriyle, muhtemelen Gül ve Erdoğan’la da görüşmek için Ankara’ya geçecekler. Omorfo’ya kadar deniz altı boru hattı tamamlanana kadar, Kıbrıs’a su taşıyacak tankerlerin doldurulacağı tesisi yakından görmek için Manavgat nehrinin bulunduğu Antalya’ya da gidecekler. Biri içme öteki sulama amaçlı suyu taşıyacak iki paralel boru hattı inşa edilmesi planlanıyor. İncelemeye göre Türkiye’den getirilecek olan sulama suyu, denizden arıtılan suyun yarı fiyatına malolacak.”
Aynı gazete Rum yönetiminin mevcut su kaynaklarını idareli kullanmak adına, hanelere verilen su miktarını kısıtlama kararının nedeniyle zor günler yaşayan Tala köyü sakinlerinin dün yollara dökülüp protesto eylemi yaptıklarını haber verdi. POLİTİS ise “Yer Altı Sularını Da Çektik” başlıklı haberinde 1960’ta daimi yeraltı su kaynaklarının 3,2 milyar metreküp iken bugün bu rezervin 1,6 milyar metreküpten daha az kaldığını, kalite ve kantiteyle alakalı gerekli adımların atılmaması halinde 2015 yılına kadar, yer altı su havzalarından çekilecek suyun içilebilecek kalitede olmayacağını yazdı. (tak)

KARŞI TARAFIN GÖRÜŞÜ

Alithia gazetesi, Anayasa Uzmanı ve Rum Yönetimi Başkanı Dimitris Hristofyas'ın yakın mesai arkadaşlarından biri olarak lanse ettiği Tumazos Çelebis'le; Kıbrıs sorununun çözülmesi için talep edilecek federasyon sisteminin temel ilkeleri üzerine söyleşi yaptı.
Alithia gazetesi "Federasyonun Hangi Bahsini Kazanmamız Gerek -Tumazos Çelebis: Tek Çıkış Noktamız Federasyon -Zaman-Zaman Gerilemeler Yapıldığı Kabul Ediliyor" başlığını attığı söyleşide Çelebis'in; değiştirilmek suretiyle Kıbrıs'ta da uygulanabilecek çeşitli federasyon sistemlerinden örnekler verdiğini ve "istediğimiz federe devlet yapısının 60 Anlaşması ile alakası yok" sözüne vurgu yaptı.
Tumazos Çelebis'in "Başkan Hristofyas'ın tutumu çok nettir. Zaman-zaman bu konuda gerilemeler yaptığımızı söylemeye cesaret ediyorum, ancak bunlar mazide kaldı" ifadesini de öne çıkaran gazete söyleşiyi okurlarına şöyle aktardı:
"Soru: Sayın Çelebis, hükümet bir süreden beri; halkın iki bölgeli, iki toplumlu federasyon konusunda bilgilendirilmesi için bir seferberlik başlatılması gerektiğine işaret ediyor. Başkan Hristofyas da bu soruna işaret etti. Anayasa uzmanı olarak siz, halkın Kıbrıs sorununun bu çözüm şekli hakkında halen bilgi eksikliği bulunduğunu düşünüyor musunuz?
Yanıt: Elbette evet... Şu ana kadar işittiklerimize göre bilgi eksikliği vardır.
Soru: Halkın iki bölgeli, iki kesimli federasyonun ne olduğunu bilmesi temel ilke olarak mı gerekli?
Yanıt: Federasyonun kendisi konusunda federasyonun; bölgelerden, her birinin kendi yetki sınırları bulunan en az iki bölgeden oluşan bir sentez devlet olduğunu söylememiz gerekir. Hükümeti var, meclisi var, kendi mahkemeleri var, çoğu kez kendi anayasası var. Tam da bu nedenden dolayı bölgelerin; üniter devletinkinden farklı kendi yetki organları var. Üniter devlette sadece bir merkezi yetki var ve kazalarının kendi yetki organları yoktur. Doğrudan merkezî yetkiye bağlıdırlar.
Soru: İki bölgeli, iki kesimli federasyon. Genel hatlarıyla yaygın bir devlet sistemi mi?
Yanıt: Bugün dünyada, neredeyse dünyanın yarısını kapsayan federal devletler var ve buradaki nüfus dünya nüfusunun neredeyse %40'ını oluşturuyor. Bu yaygın bir sistemdir ve bunu bilmemiz gerekir.
Soru: Sayın Çelebis, Kıbrıs sorununun çözüm şekli olarak başarmamız halinde iki bölgeli, iki toplumlu federasyonun temel ilkeleri neler olacak?
Yanıt: Tam da buna geliyordum. Bütün bağımsız federasyonların ortak unsuru -ki biz de bundan farklı olamayız- en az iki bölgeden oluşmalarıdır ve bu bölgelerden her birinin kendi yetki organlarına sahip olmasıdır. Elbette iki toplumlu federasyondan söz ederken; insan hakları ve temel özgürlüklerini güvence altına alan bir egemenlikten, bir vatandaşlıktan, bir uluslar arası temsiliyetten söz ediyoruz.
Soru: Ancak Sayın Çelebis; hiçbir federasyonun bir başkasıyla tamamen aynı olmadığını siz kendiniz de söylediniz. Kıbrıs sorununda uzlaşılacak federasyon çözümünün bazı yönlerini ve detaylarını bile bilmezken halk bu meselede nasıl bilgilendirilecek?
Yanıt: Daha önce de söylediğim gibi her federasyonun, başkalarında rastlanmayan kendi unsurları vardır ve bu tesadüf değildir. Çünkü federasyonlar çeşitli nedenlerden dolayı oluşturulur. Bizimki, iki bölgelilik ve iki kesimlilikle alakalıdır. İki bölgelilikte; iki bölge, iki kaza olacak. Her bölge kendi toplumu tarafından yönetilecek. Aksi halde federasyonu yapmamıza bir neden olmazdı. Federasyonu ileri götürmemizin nedeni; var olan istila ve işgal sorununu göğüslemek ve iki toplum arasındaki ilişkileri halletmektir. Tam da bu nedenle her toplum bir bölgeyi yönetecek.
Soru: Her bölge her toplum tarafından devlet şeklinde mi yönetilecek?
Yanıt: Elbette hayır. Devlet şeklinde değil, çünkü federasyonda bölgeler asla bağımsız devlet değildir. 'Tek egemenlik, tek uluslar arası temsiliyet ve tek vatandaşlık' derken; bölgelerin bağımsız devlet olmadığını söylüyoruz. Aklımızda tutmamız gereken; 77-79 Doruk Anlaşmaları ile Kıbrıslı Rumların bir bölümünün, oraya dönmek ister ise Kıbrıs Türk yönetimi altında yaşayacağı konusunda anlaştık. Bu, üzerinde uzlaşılmış bir şeydir ve halkın bunu bilmesi gerekiyor. Her bir toplumun bir bölgeyi yönetmesi, temel özgürlüklerin ihlal edilmesi anlamına gelmez. Her toplumun kendi bölgesini yönetmesi ve aynı zamanda temel özgürlükleri tesis etmesini oturtmanın pek çok yolu var.
Soru: Sayılarda kısıtlama yok mu Sayın Çelebis?
Yanıt: Bazı kısıtlamalar olacak ama sayıda o kadar da değil. Bizim tezimiz, kısıtlamaların; öteki toplumun idaresi altında yaşadıklarında toprak kriteri ile oy kullanacakları mantıklı bir oranda olması gerektiği şeklindedir. Yani, Kıbrıs Türk idaresi altında yaşayacak bir kişi Kıbrıslı Rum olarak oy kullanmayacak, Kıbrıs Türk idaresi altında yaşayan biri olarak oy kullanacak. Ancak anlayacağınız gibi bu yönetimin güvence altına alınabilmesi için mantıklı bir kısıtlama olmalı. Bu itibarla, dönmek isteyen göçmenler, toplum kriteri temelinde oy kullanabilecek. Yani, 60 Anayasası ile olduğu gibi.
Soru: Sayın Çelebis federasyonla ilgili bütün bu söyledikleriniz -seçimlerden önce söylenen ve bazıları tarafından bugün de söylenmekte olan- doğru içerik şartı altında değil mi?
Yanıt: Terminolojiler içi boş kabuk değildir. Her terminolojinin somut bir içeriği vardır. İki bölgeli federasyonun içeriğini -minimum içeriği- izah ettim ve elbette iki toplumluluğun Kıbrıs'a özel başka bir yönü daha var. 60'tan beri var olan iki toplumun sonuç getirici şekilde katılıma sahip olması gerektiği anlamına gelen bir yön. Önemli kararların alınmasında eşit değil ama sonuç getirici katılım.
Soru: Bu ortak karlar hangi alanlarla ilgilidir?
Yanıt: 60 Anayasası'na göre dış politika, savunma konuları, güvenlik v.b. alanlarda. Kararların nasıl alınacağı tartışılır, ancak 60'ın gerisine gidemeyiz. Öte yandan; bazı çıkmazları aşmamız için bazı sonuç getirici mekanizmalar olması gerekir. 'Bazı konularda birlikte karar vereceğiz' demek, mutlaka tamamının tartışılacağı anlamına gelmez. Müzakerelere bu nedenle, bu meselelerde anlaşmak için gidiyoruz.
Soru: Başta, dünya nüfusunun neredeyse yarısının federasyon sistemiyle yönetildiğini söylediniz. Yabancı federasyonların zaman-zaman Kıbrıs'la paralelliği oldu mu? Kıbrıs sorunuyla 'eşleştirmek' için bu sitemlerden bazılarına bakacak mısınız?
Yanıt: Hiçbir federasyonu kopya etmemeliyiz. Ancak bütün federasyonların ortak niteliklerini kopya edeceğiz. Ondan sonra özellikler var. Mesela; buna örnek olarak aklıma Belçika geliyor. İki toplumlu ve federal devlet yapısına sahip bir Avrupa ülkesidir. Onda bile tıpatıp benzeşmeler yoktur.
Soru: Bütün bunları sindirmemiz için, yıllar boyunca siyasetçilerimizden işittiklerimizin çoğunu aklımızdan çıkarmamız gerekecek.
Yanıt: Bilmemiz gereken; istediğimiz federal devlet yapısı -inşallah öteki taraf da kabul edecek çünkü aksi takdirde ilerlemeyeceğiz- 60 Anayasası'ndan faklı bir şeydir. 60'ta, bozulan bir ortaklığımız vardı. Bu ortaklık, ortak federal çatı altında yeniden kurulmalı. Bahis budur. Fakat hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ancak aynı zamanda, devletimiz Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti var olmaya devam edecek. Farkı olan, bir miktar Kıbrıslı Rum'un Kıbrıs Türk idaresi altında, bir miktar Kıbrıslı Türk'ün de aynı şekilde Rum idaresi altında yaşayacağıdır.
Soru: 'İnşallah öteki taraf da kabul eder' dediniz. Şifahi olarak kabul ediyorlar. Bu yeterli değil mi?
Yanıt: Öteki tarafın tutumu net değildir. Bütün bunların müzakere masasında netleşmesi gerektiği izlenimine sahibim. Çünkü biz bir, onlar iki devletten söz ederse ilerleyemeyiz.
Soru: Federasyonla ilgili tutumumuz, görüşümüz net mi?
Yanıt: Başkan Hristofyas'ın tutumu nettir. Bu konuda zaman-zaman gerilemelerimiz olduğunu söylemeye cesaret ediyorum, ancak bunlar mazide kaldı."

SABİH SAMUR YORUMU: Bizim kabahatimiz bu zamana kadar kendimiz çaldık kendimiz söyledik.Karşı tarafı ve görüşlerini yakından takip ederek bir sonraki hamlelere tedbir almamız gerekiyor.Bu nedenle bu blogta artık karşı tarafında görüşlerine yer verilecek.Bilinizki bu KKTC'miz için tedbir almak anlamında ve sizleri bilgilendirmek içindir.
saygılarımla.

15 Nisan 2008 Salı

BURSA VE KIBRIS'I HAVAYOLU İLE BİRLEŞTİRELİM


Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Fahri Konsolosu Dr. Hüseyin Parkan Sanlıkol, Bursa ile Kıbrıs arasında uçuşların başlamasını istedi.
Genç Sanayici ve İşadamları Derneği (GESİAD) Başkanı Denizhan Sezgin'i ziyaret eden Sanlıkol, Bursa'nın Marmara Bölgesi için önemli bir konumu bulunduğunu belirtti.
Sanlıkol, "Güney Marmara'nın en önemli şehri olan Bursa'nın uluslar arası bir havayolunun mutlaka olması gerekiyor. Havayolunun açılmasının ardından Kıbrıs'a da seferler düzenleyerek aramızdaki bağları güçlendirmeliyiz. Kıbrıs, Bursa ve Londra arasında bir bağlantı havayolu oluşturulabilir" dedi.

Kıbrıs ile Bursa arasında kültürel ve sanatsal ilişkilerin geliştirilmesi bakımından açılacak havayolunun büyük katkılar sağlayacağına değinen Sanlıkol, "Kıbrıs'ta okuyan çok sayıda Bursalı ve bu bölgeden öğrenci ve Kıbrıs'ta akrabası olan ya da ekonomik ilişkiler için gidip gelen çok sayıda insan var. Bütün bunların yanına birde turizm amaçlı gezenleri de koyarsanız büyük bir yolcu potansiyeli olduğunu görürsünüz." diye konuştu.
Açılacak havayolunun birçok ihtiyaca birden cevap vereceğini kaydeden Sanlıkol, bu potansiyeli kaybetmemek ve insanların başka şehirlerden yolculuk yapmak zorunda bırakılmaması gerektiğini kaydetti.
"BURSA VE KIBRIS'I HAVAYOLU İLE BİRLEŞTİRELİM"
Kıbrıs'ın jeopolitik konumu nedeniyle her açıdan desteklenmesi gerektiğini söyleyen GESİAD Başkanı Denizhan Sezgin, Bursa'nın taşıdığı ekonomik ve turistik potansiyelin Kıbrıs'a da yönlendirilmesi gerektiğini vurguladı.
Önümüzdeki günlerde KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'ı Bursa'ya davet etmek istediklerini açıklayan Sezgin, "GESİAD olarak havayolu projesini destekliyoruz. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Sayın Talat'ı Konsolosumuz aracılığı ile Bursa'ya davet edeceğiz. Kendisiyle görüştüğümüzde bu konuyu da gündeme getireceğiz. Görüşmelerimizden olumlu sonuçlar alacağımıza inanıyorum. Yapılacak havayolu ilişkilerimizi kuvvetlendirecektir." şeklinde konuştu.
İşadamları olarak küreselleşen dünya içerisinde her ülkeyi görmek ve yatırım imkânlarını araştırmak gerektiğinin altını çizen Sezgin, Bursa'nın Kıbrıs ve Avrupa şehirleri arasında bir köprü olarak kullanılabileceğinin altını çizdi.
Kaynak: Haberler.com
SABİH SAMUR YORUMU: Bu fırsat KKTC için olduğu kadar BURSA içinde çok önemli ve büyüktür.Bursa Havaalanı, İstanbul'a olan yakınlığı ve Mudanya üzerinden (deniz trafiği) ulaşımı ile yeteri kadar önem arz etmemektedir.KKTC'nin devreye sokulması karşılıklı olarak inanılmaz bir potansiyel yaratabilir.Projeyi hayata geçirenler her iki vatanımıza da büyük hizmet etmiş olacaklardır.

14 Nisan 2008 Pazartesi

Çözüm için KKTC'nin varlığı kabul edilmeli










Türkiye Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ:
"İKİ KESİMLİLİK VE GARANTİ ANLAŞMALARI SULANDIRILMADAN KORUNMALI"... Türkiye Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, adadan ayrılmadan önce yaptığı açıklamada, "Kıbrıs sorunun çözümünde, 'iki kesimlilik' ile garanti ve ittifak antlaşmalarının delinmeden ve sulandırılmadan korunması şarttır. 'İki kesimliliğin' delinmesi, Kıbrıs Türk halkının geleceğinin ipotek altına alınmasıdır" dedi




Türkiye Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, BM çerçevesinde, kapsamlı, adil ve kalıcı bir çözüme ulaşılabilmesi için Rum Yönetimi'nin, 59-60 anlaşmalarına dayalı kurulan "Kıbrıs Cumhuriyeti" olmadığının benimsenmesi ve KKTC'nin varlığının kabul edilmesi gerektiğini söyledi.
İlgili tarafların eşit ve egemen şekilde ortaya konulacak ortak iradesi olmaksızın soruna çözüm bulunamayacağının herkes tarafından kabul edilmesi gerektiğini vurgulayan Başbuğ, 63'te başlayan Rum saldırılarıyla 1974'e kadar süren olaylar neticesinde, Kıbrıs Türk halkının haklı nedenlerle Rum tarafına karşı güven duyamadığını, kapsamlı bir çözümün bile hemen iki taraf arasında güven ortamı yaratabileceğini düşünmenin zor olduğunu belirtti.
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Başbuğ, adadan ayrılmadan önce Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Karargâhı'nda, KKTC'deki tümen ve tugayların komutanları ile subaylarına yönelik bir konuşma yaptı.
Konuşmasında birçok konuya değinen Başbuğ, bugüne kadar KKTC'nin iyi niyeti, barışçı ve uzlaşıcı yaklaşımlarının Rum Yönetimi tarafından herhangi bir karşılık görmediğini, KKTC'nin uzlaşmadan ve çözümden yana tavır almasına rağmen Avrupa Birliği izolasyonları ile karşı karşıya kaldığını söyleyerek, bu durumun güveni sarstığını kaydetti.
"İki taraf için de barış ve huzur sağladık"
Mutlu Barış Harekâtı'nın sadece Kıbrıs Türk halkı için değil, Kıbrıs Rum halkı için de barış ortamı sağladığını yineleyen Başbuğ, binlerce yabancı uyruklu kişinin, Türk ordusunun varlığı ile kendisini güvende hissederek KKTC'de yaşamını sürdürdüğünü ifade etti.
Başbuğ, "Bu nedenlerle, KTBK Komutanlığı'nın adadaki varlığının, 1974 yılından bugüne kadar, Kıbrıs'ta yaşanan huzur ve güvenin sağlayıcısı ve teminatı olduğu da unutulmamalıdır.
Kıbrıs sorunun çözümünde, 'iki kesimlilik' ile garanti ve ittifak antlaşmalarının delinmeden ve sulandırılmadan korunması şarttır. 'İki kesimliliğin' delinmesi, Kıbrıs Türk halkının geleceğinin ipotek altına alınmasıdır" şeklinde konuştu.
TSK'nın bakış açısından, Kıbrıs'ın önemi iki temel esasa dayandığını belirten Başbuğ, bunların birincisinin, TC'ye garanti antlaşması ile yüklenen Kıbrıs Türk halkına sağlamak zorunda olduğu güvenlik sorumluluğu; diğerininse, ittifak antlaşmasında ifade edildiği gibi, Kıbrıs'ın, Türkiye'nin güvenliği açısından taşıdığı stratejik rolün önemi olduğunu söyledi ve bu iki hususun da Kıbrıs'ta ve Doğu Akdeniz'de istikrar ve dengeyi sağladığını ifade etti.
"KTBK her göreve hazır"
KTBK Komutanlığı ve birliklerinde yapmış olduğu denetlemeler sonucunda, birliklerin üstün bir moral, eğitim, özgüven ve disiplin içinde, kararlı ve her an göreve hazır olduğunu gördüğünü söyleyen Orgeneral Başbuğ, başta Kıbrıs Türk halkının güvenliği ve savunulması olmak üzere, kendilerine verilebilecek bütün görevleri mükemmel şekilde yerine getirebileceklerini görmekten mutluluk duyduğunu anlattı.
Orgeneral Başbuğ, KKTC halkının TSK'ya karşı duyduğu değişmeyen güveni ve sevgisinin, TSK'nın gücünü perçinlediğini, KKTC halkının terörle mücadelede şehit düşen Mehmetçiklerin acısını paylaşması, ''şehitlere destek kampanyası'' ve ''teröre lanet mitingleri'' düzenlemesi ile bazı belediyelerin yeni yıl kutlama programlarını iptal ederek, bu maksatla ayırdıkları ödenekleri Mehmetçik Vakfı'na bağışlamalarının güçlerine güç kattığını belirtti.
"Kıbrıs Türkü TSK'ya moral veriyor"
Kıbrıs Türkü'nün sergilediği bu dayanışmanın, şubat ayı içerisinde Irak'ın kuzeyinde icra edilen operasyonda Mehmetçiğe çok büyük moral kaynağı olduğunu söyleyen Başbuğ, terörle mücadelenin hassas, zor ve acılı bir süreç olduğunu anlattı.
Kamuoyunun bu durumlara karşı hassasiyet göstermesinin takdire şayan olduğunu kaydeden Başbuğ, "Ancak bu hassasiyetin gösterilmesinde dengenin korunamamasıyla terör örgütü propagandasına alet olunabilir" dedi.
"Kültürel farklılıklara saygılıyız, fakat.."
Türkiye Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Başbuğ, şöyle devam etti:
"Türkiye Cumhuriyeti kültürel farklılıklara saygılıdır. Türkiye Cumhuriyeti kültürel alanda bireysel kalmak ve ulus devlet yapısına zarar vermemek şartıyla kültürel zenginliklerin yaşanması ve yaşatılması için gerekli düzenlemeleri gerçekleştirmiştir.
Bunun ötesinde, kimse Türkiye'den belirli bir etnik gruba kültürel alanın dışında, ulus devlet ve üniter devlet yapısını tehlikeye sokacak, siyasal alanda grupsal düzenlemeler yapmasını isteyemez ve bekleyemez. Kültürel alandaki düzenlemeler herhangi bir şekilde siyasal alana doğru götürülmeye ve ikincil kimlikler birinci kimliğe dönüştürülmeye çalışılırsa ve bu konular ülke gündemine kasıtlı olarak devamlı sokulursa, korkarız ki ülke kutuplaşmaya ve ayrışmaya sürüklenebilir. Bu Türk toplumuna karşı yapılabilecek en büyük kötülüktür."
"Teslim olup adalet karşısına çıksınlar"
Orgeneral Başbuğ, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, yurt içinde ve yurt dışında terör örgütünün bulunduğu bütün bölgelerde terör örgütü etkisiz hale getirilinceye kadar, operasyonlara büyük bir kararlılıkla devam edeceğini vurguladı.
2008 yılı içerisinde terör örgütüne yönelik operasyonlarda, örgütün Şırnak'ın Küpeli, Bestler/ Dereler ve Tunceli, Bingöl bölgelerinde bulunan unsurlarına çok büyük darbeler vurulduğunu da söyleyen Başbuğ, örgüte mensup teröristler ve destekleyicileri için tek çıkar yolun, Türkiye Cumhuriyeti devletine teslim olmak ve yüce Türk adaletinin karşısına çıkmak olduğunu belirtti.
"Her zorluğu yenebilecek güçteyiz"
Başbuğ, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Türkiye Cumhuriyeti, devletin bütün kurum ve kuruluşları ile her türlü zorluğu ve güçlüğü yenebilecek güçtedir.
Bu ulus, tarihin kendisine gösterdiği ve yaşattığı en zor şartlar altında bile, kendisine zorla dayatılmaya çalışılan bir antlaşmayı elinin tersiyle itip, çöken bir imparatorluğun külleri üzerinden, yepyeni bir devlet yaratan bir ulustur.
"Kıbrıs Türkü taçlandırdı"
Anavatanından güç alan mücahit Kıbrıs Türkü de; dünyada hiçbir topluma reva görülmeyen zulüm ve haksızlıklara, gelecek nesillere örnek teşkil etmesi ve ders alınması gereken müstesna bir fedakârlık ve azimle direnmiş ve var oluş mücadelesini bir devlet kurarak taçlandırmıştır.
Bunun bazıları tarafından iyi okunması ve anlaşılmasında sonsuz yararlar vardır."
"Adadan ayrılırken..."
Orgeneral Başbuğ, adadan ayrılırken gönlünün güven ve huzur içinde olduğunu da dile getirerek, KKTC'deki gelişmelerle birlikte TSK'ya yönelik davranışlarda gözlemlenen sevginin kendilerini çok mutlu ettiğini söyledi.
Başbuğ, TSK'nın KKTC ve Kıbrıs Türk halkının yanında ve destekçisi olmaya devam edeceğini sözlerine ekledi.
KAYNAK : Kıbrıs Gazetesi
SABİH SAMUR YORUMU : KKTC için sadece TSK'nın verdiği mesajlar yeterli olmamaktadır.
Tayyip Erdoğan'dan bu ve benzeri mesajlar bekleyemeyeceğimize göre Deniz Baykal ve Devlet bahçeli'yi de adamızda mesaj verirken izlememiz gerekmez mi sizce?

13 Nisan 2008 Pazar

İZLEMENİZ GEREKEN BİR SİTE;KIBRISA GÖNÜL VERENLER İÇİN

www.kibris1974.com

KKTC'yi benimsemiş,özümsemiş herkesi Kıbrıs'la ilgili tüm kaynaklara ulaşmaya davet ediyorum.Bu kaynaklara ulaşılmalı ve paylaşılmalı.

KKTC'yi günü geldiğinde tüm dünyanın tanıyacağının bilincinde olarak,bu görev için birer nefer olmamız gerektiğini unutmamak dileğiyle.
Saygılarımla
Sabih Samur

25 Mart 2008 Salı

BRT'de Rumca Şarkılar


BRT’DE RUMCA ŞARKILAR YAZIKLAR OLSUN


Tanju Müezzinoğlu
Yazar İletişim: tanju2002@superonline.com
-------------------------------------------------------------------------------------------------
BARIŞ, BARIŞ diye Kıbrıs Türk Halkını Kıbrıs (RUM) Cumhuriyetine yamalamak için çalışmalar son sürat devam etmektedir. Hiçbir Rum radyosunda ve TV’sinde Türkçe şarkı, Türkce türkü duymanız mümkün değildir. Ama BAYRAK RADYOSU ve Televizyon yayınlarında Rumca şarkılar, Rum Türküler. BAYRAK, BAYRAK diye yayınına başlayan Kıbrıs Türk Mücahidinin sesi bu gün ne hale getirildi. YAZIKLAR OLSUN.

BRT ve bazı TV kanallarında yapılan yayınları izlediğiniz zaman, Annan Planında uygulanan felsefe, psikoloji ve mantık çok dikkatli bir şekilde yeni şekli ile ortaya atılmıştır. Şimdi ortaya çıkacak olan konuşmacılar, AB ve ABD tarafından çok dikkatli bir şekilde seçilmişlerdir. Türk Halkını nasıl kandırıp oyuna getirecekleri plan ve programlar uygulamaya konacaktır.

Ortaya atılacak ilk tuzak şudur. “İki bölgeli” kelimesidir. Ama bunun içeriği ortaya çıkarıldığı zaman Türk Halkına nasıl bir oyun oynanmaya çalışıldığını anlamamak için ALİM olmaya gerek kalmayacaktır. Biz VOLKAN yazı ailesi olarak üzerimize düşen görevi yapacağız. Bir daha Türk Halkını eski BİZANS OYUNLARI ile aldatacaklarını hayal eden içimizdeki işbirlikçilere gerekli ders bu kez mutlaka verilecektir.

Hıristofiyas Kıbrıs sorununun çok zor bir sorun olduğunu söylüyor. Hiç utanmadan Türk Ordusuna da İŞGALCİ diyor.

Hristofiyas beni iyi dinle ve oku: Kıbrıs sorunu hiç mi hiç zor bir sorun değildir. Yeter ki siz ENOSİSTEN vazgeçin ve MİLLİ KONSEYDEN ENOSİSE kapalı hiçbir anlaşmaya evet denilmeyecek hükmünü kaldırın. Sonra bakın Kıbrıs Sorunu nasıl çok kısa bir zamanda çözülür.

Bay Hıristofias Türk Ordusuna İŞGALCİ diyorsun. Bari sen bunu söyleme. İŞGALCİ dediğin şanlı şerefli Türk Ordusu 20 Temmuz 1974 de gelmemiş olaydı. Hem Kıbrıs Türk’leri hem de siz AKEL bu gün çukurlara gömülmüş olacaktı. Sen AKEL Başkanı olarak Türk Ordusuna şükran duyacağınıza İŞGALCİ diyorsun. ÇOK AYIP.

BÜYÜK ÖNDER ATATÜRK İÇ DÜŞMANLAR İÇİN BAKIN NE DİYOR:


TRUVA ATI


Truva atı: Bu kelime, Gazi Mareşâl Mustafa Kemâl Atatürk tarafından gizli-iç düşman anlamında sıkça kullanılan “DAHİLİ BEDBAHIN” tam karşılığı olup; Türk vatandaşı olduğu halde, devlet ve milleti aleyhine ‘dış düşmanla’ iş birliği içinde şer ve şeytani fesat, ifsat, tefrika; Ekonomik-sosyal-dini-ilmi ve milli konular dahil olmak üzere her alanda anarşi, terör ve tehdit unsuru odaklarına denir. Klâsik Yunan’a atfedilen mitolojik anlama atıf da aynı kapsam ve bağlamdadır. Türk Halkı ve Türk Milleti Rumlarla yapılacak anlaşma


1. Kıbrıs’ta yapılacak anlaşma “İki Devlet” esasında yapılacak.


2. Türkiye’nin garantörlüğü devam edecek


3. İki kesimcililiğe riayet edilecekse böyle bir anlaşmaya evet.


AMA RUMLAR “ENOSİSE” KAPALI HİÇ BİR ANLAŞMAYA “EVET” DEMELERİ MÜMKÜN DEĞİLDİR. O halde hayal kurmayalım. Rumlarla masaya oturalım ama KIRMIZI ÇİZGİLERİMİZİ de ortaya koyalım.
-------------------------------------------------------------------------------------------------
SABİH SAMUR YORUMU: Üstadın yazısına ekleyecek bir kelime dahi bulamıyorum.Umarım mesajlar ulaşacağı yerlere tez zamanda ulaşır.
-------------------------------------------------------------------------------------------------

KKTC'den Seçme Linkler

Türk Dünyası sanal alemdeki yerini güçlü bir şekilde alıyor. Bunun bir göstergesi de dünyanın saygın arama motorlarında Türkçe'ye yer verilmesi çalışmaları.....
KKTC'nden seçme linkler
Türkiye ve Türk Dünyası'ndan seçme linkler
KKTC'nden seçme linkler:
KKTC, siyasi alanda henüz tanınmasa bile, tüm kurum ve kuruluşlarıyla sanal alemdeki yerini aldı.İnternet ortamında yapacağınız gezi ile KKTC’ni oturduğunuz yerde tanıyabilir, Kıbrıs’ı ziyaretinizde yabancılık çekmeden gezebilirsiniz. İşte size KKTC’ndeki internet sitelerinden bir demet.
Resmi kuruluşlar;
Cumhurbaşkanlığı,
Cumhuriyet Meclisi,
Eğitim Bakanlığı,
Turizm Bakanlığı,
Sağlık ve Çevre Bakanlığı,
Tanıtma dairesi;
KKTC mahkemeler,
Gazi Magosa belediyesi.

Basın-Yayın kuruluşları;

TAK Ajans,
Kıbrıs Gazetesi,
Kıbrıslı Gazetesi,
Volkan Gazetesi,
Halkın Sesi Gazetesi,,
"Benim Kıbrısım",
NTV msnbc Kıbrıs Haberleri,

Web Portalı
TRNCONLINE,
Uluslararası İlişkiler Ajansı İNAF ,
Bayrak Radyo Televizyon Kurumu,
Kimgazet,
TRNC

Üniversiteler;
Doğu Akdeniz Üniversitesi,
Yakın Doğu Üniversitesi,
Lefke Üniversitesi,
Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi,
Girne Amerikan Üniversitesi,

Turizm;

Kıbrıs Türk Hava Yolları,
www.salamisbayconti.com,
www.tourism.trnc.net,
www.niaziz.com,
www.lahotel.net

Muhtelif siteler;
Kuzey Kıbrıs Sanat galerisi,
COMTECH',
Talay Bilgisayar,
Mahir Bilgisayar,
http://www.cypnet.com,
http://super-cyprus.com/,
http://www.atun.com,
Site;2..,
www.arcaajans.com,
www.oyunevi.kktc.net,
www.ektam.net,
www.arifler.mycyprus.net,
www.konica-northcyprus.com,

KAYNAK : Kıbrıs Evi 98

21 Mart 2008 Cuma

Kıbrıs’ta yeni "pencere"


KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’la Rum kesiminin yeni “Cumhurbaşkanı” Christofias dün buluştular… Netice ne olacak? Yunan, Rum, ABD, AB ve BM usulü çözüm mü? Yoksa Türkiye için “çözülme mi? Muhtemelen ortaya yeni bir “Annan Planı” çıkacak. AKP hükümetinin bu konudaki desteği ve referandumda Türklere “evet” dedirtmesi, büyük bir gaflet ve fiyasko idi… Bu planın uygulanmasında bizi önce Allah sonra da Papadopulos kurtardı!

GİTTİ PAPADOPULOS GELDİ CHRİSTOFYAS

Alın birini vurun ötekine: Güney Kıbrıs’ta Papadopulos’un yerine, Christofias’ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle, “çözüm” için ortak zemin oluştuğunu zannedenler var!” Çünkü yeni “Rum Cumhurbaşkanı” seçim kampanyasında “çözüm” sloganını kullanmış! Üstelik KKTC Cumhurbaşkanı Talat’la Christofias arasında iyi ilişkiler varmış; ikisi de Komünist! “Ortak Zemin” dedikleri de Rumların, AB’nin BM’nin zemini. TC’nin “zemini” ise, en azından, değişken ve kaygan! Güney Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanlığına Christofias’ın seçilmesi KKTC’de Cumhurbaşkanı Talat ve Başbakan Soyer tarafından memnunlukla karşılandı ve “çözüm için umut, son şans ve fırsat penceresi” olarak değerlendirilmekte… Yunanistan da bu kanaatte idi… Bu böyle olunca, “çözümün” ne mene ve kimin için “çözüm” olacağı anlaşılıyor… Yunanlıların, Rumların ve AB’nin, ABD’nin, “özüm” dedikleri, Türkiye açısından “çözülme” demek! Christofias daha yumuşak görünse bile, gerçekte öyle değil: Rumların amaçları değişmeyecek! Güney Rum halkı da onun sloganını, anlaşılıyor ki Kıbrıs’taki emellerini gerçekleştirecek bir “çözüm olarak algıladılar” Buna karşılık, Denktaş’tan sonra Cumhurbaşkanı olan Talat’ın tavrı ve sözleri böylesine bir çözüme, hatta Türk askerlerinin Kıbrıs'tan çekilmesi pahasına aynı doğrultu da!

O, Türk askerine bir türlü alışamadı, çekilseler ve de TC'nin “müdahalelerinden” kurtulabilse, rahat edecek!Ve şu dönemde Yunan ve Rum halkının değişmeyen tavırlarına karşı maalesef Kıbrıs Türklerinde “çözülme”, Türk kamuoyunda da Kıbrıs Konusunda en azından ilgisizlik var… Türkiye’nin gündemi öylesine yüklü ki, Kıbrıs konusu arka planda! Oysa Kıbrıs Türk halkı belki AB tutkusuyla farkında olamasa bile Türk Devleti için onların bağımsızlığı ve de, bununla birlikte, Kıbrıs’ın Türkiye’nin savunması için hayati önemi vardır!


FİYASKO POLİTİKA

AKP Hükümetlerinin Kıbrıs Politikası, başından beri teslimiyet, “ver kurtul” anlayışı üzerine kurulu! AKP iktidarı, AB’nin, Karen Fogg'un oyunlarına geldi. Şimdi gene, 2008 yılının sonuna kadar Kıbrıs’ta çözüm beklentisi ön plâna çıkarılmıştır. AB Komisyonu Başkanı Barroso, Christofias’ın seçilmesinden hemen sonra gönderdiği kutlama mesajında “Seçilmeniz Kıbrıs sorununda uzun süren tıkanıklığın aşılması fırsatını sunuyor; Sizi, bu şansı iyi kullanarak Kıbrıs Türk toplumu lideriyle BM gözetiminde kapsamlı çözüm müzakerelerini başlatmaya şiddetle teşvik ediyorum” diyor. Gene AB’nin uğursuz parmağı!Sadece bu olay AB’nin, Türkiye'nin çıkarları bakımından ne kadar yanlış bir yol olduğunu gösteriyor… Ve gene “Rum tarzı çözüme” ABD destek veriyor, BM Genel Sekreterinin Kıbrıs Özel Temsilcisi Moller, de aynı havada! Özet olarak “Çözüm bütün Kıbrıslıların, cüzdanları dâhil, günlük hayatlarına somut yararlar getirecektir.” diyor ve Kıbrıs Türk halkını can damarlarından vuruyor! Ve Bütün bu “çözüm” destekleri, teşvikleri, yeni “pencerenin” camlarının ne kadar buğulu, kirli olduğunu gösteriyor!

1960’daki çözüm şeklinin de zamanında sosyal ve ekonomik bakımdan ve güvenlik açısından Kıbrıs’ta yaşayanların hayrına ve çıkarına olacağı; NATO içindeki tesanüt bakımından faydalı olacağı düşünülmüştü. 21 Aralık 1963’te olanlar oldu ve Kıbrıs sorunu bugüne kadar geldi?

İki eski “Komünist” Lider de, görevlerinin başlangıcında, Kıbrıs sorununun Türkiye’nin Ada’yı “istilâ ve işgal etmesinin” sonucu olarak ortaya çıktığı iddiasını dile getirmişler. KKTC ve Türkiye bu değerlendirmeyi paylaşıyorlar mı? Yoksa, onlara göre Kıbrıs sorunu 21 Aralık 1963’te mi ortaya çıkmıştır? Soru bu! Bu soruya verilecek cevaplar, bir taraftan gerçekleri, öteki taraftan da, gafleti ve ihaneti gösterecek…


ERGENEKON


Bu yazıyı yazdıktan sonra yeni “Ergenekon Tevkifatı” (tutuklamalar) ve başta, İlhan Selçuk, Doğu Perinçek ve Kemal Alemdaroğlu’nun gözaltına alındıkları haberi geldi, herhalde Başbakanın talimatlarıyla. Malûm “TARAF” gazetesinin manşetine göre “çete, iplik iplik çözülüyormuş”… O “iplikler yumağından” bir şey çıkmayınca ne olacak?....
KAYNAK : Yeni Alanya Gazetesi

KKTC'nin tanınması istenmelidir





UBP Genel Başkanı
Tahsin ERTUGRULOĞLU


Ulusal Birlik Partisi (UBP) bugün gerçekleştirilecek Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, Rum Yönetimi Başkanı Dimitris Hristofyas görüşmesi öncesinde durum ve olası süreçle ilgili olarak Cumhurbaşkanı Talat'a sunulan parti görüşlerini açıkladı.
UBP, KKTC'nin ayrı, bağımsız ve egemen bir devlet olarak uluslararası topluluk içinde hak ettiği yeri almasının, yani Anavatan Türkiye dışındaki devletler tarafından da tanınmasının istenmesi gerektiğini vurguladı.
Parti Genel Merkezi'nden yapılan açıklamada, içinde bulunulan süreçte şeffaf olunması, halktan hiç bir şeyin gizlenmemesi gerektiği belirtildi ve UBP'nin, bu noktadan hareketle parti görüş ve önerilerini kamuoyuna açıklamaya karar verdiği kaydedildi.
Parti Basın Bürosu'ndan yapılan açıklamaya göre Ulusal Birlik Partisi Genel Başkanı Tahsin Ertuğruloğlu
imzasıyla dün, Genel Sekreter Nazım Çavuşoğlu tarafından Cumhurbaşkanı Talat'a verilen "Konuşma Notu" başlıklı metinde özetle partinin Kıbrıs konusundaki değerlendirmelerine detaylı şekilde yer verilerek lider değişikliğinin Rum tarafının politikalarında köklü değişiklik yaratacağı beklentisinin gerçekçi olmadığına işaret edilerek, uluslar arası camiadan gelecek olası baskılara karşı hazırlıklı olunması uyarılarında bulunuldu.
İzlenecek tutum konusundaki öneriler
Bu değerlendirmeler ışığında partinin izlenmesini gerekli gördüğü tutum konusundaki önerileri ise özetle şöyle:
"KKTC'nin ayrı, bağımsız ve egemen bir devlet olarak uluslararası topluluk içinde hak ettiği yeri alması, yani Anavatan Türkiye dışındaki devletler tarafından da tanınması istenmelidir. Ancak bu gerçekleştikten sonra yeniden masaya oturabileceğimiz muhataplarımıza anlatılmalıdır;
22 Şubat 2008 tarihli mektubunuzda da belirttiğiniz takvimleme konusundaki talepleriniz yerindedir. Kıbrıs Türk halkının sonsuza dek sürecek ucu açık görüşmelerle kaybedecek zamanı yoktur. Gelişmelere de bağlı olarak bu hedef üzerinde ısrarlı olunmalıdır;
"Arabuluculuk veya hakemlik mekanizması tehlikeli"
"Arabuluculuk" veya "hakemlik" mekanizması tehlikelidir ve kabul edilmemelidir; "Kırmızıçizgilerimiz" açıklıkla ortaya konulmalıdır;
Güven yaratıcı önlemlerle öze yönelik konuların karıştırılmasına karşı çıkılmaya devam edilmeli, parça, parça "çözümlerden" kaçınılmalı,"bütünlüklü çözüm" prensibinden ayrılmamalı;
"Partiler bilgilendirilmeli"
Görüşmeler mümkün olan en azami ölçüde Lefkoşa'da yapılmalı ve şeffaflık uygulanarak siyasi partilerle kamuoyu masada olup bitenler konusunda aydınlatılmalı;
Meclis'te temsil edilen tüm siyasi partilerin oluşturacağı ve izlenecek politikaların tartışılacağı bir siyasi yapılaşma üzerinde ciddiyetle durulmalı;
Anavatan Türkiye'nin iktidar ve muhalefet dâhil tüm devlet kurumları ile yakın temas ve istişare içinde olunmalıdır."